fotoğraf: ntvmsnbc
…
Şimdi elindeki kaldırım taşını yavaşça yere bırak ve sessizce evine dön!
Gezi Parkı eylemleri Mayıs 2013 sonunda başladığında küçük bir parktan ülkenin genelini ayağa kaldıracak toplumsal bir olaya dönüşeceğini kimse tahmin etmemişti.
Kimisi ağaçların sökülmesine, polisin çevrecilere müdahalesine anında tepki gösterdi. Sonra süreç ilerledikçe molotof kokteylleri, yerinden sökülen kaldırım taşları ve 30 binden fazla Mehmetçiğin şehit olmasına sebep olan örgütün liderine ait posterler ortaya çıkınca insanlar taraf seçmeye başladı. Türkiye’nin iyiliğini hiçbir zaman istemeyen ABD ve AB’nin Gezi Parkı eylemleri konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı tavır takınmasıyla da büyük bir kesimin “milliyetçilik” damarları kabardı.
Ortam öylesine karışık, Türk medyası öylesine farklı taraflardandı ki A kanalını seyredince Gezi eylemcilerine gönülden destek veresiniz geliyor, B kanalını seyredince de Gezi parkı eylemlerinin ülkede iç savaşa sebep olacak dış mihraklı bir oyun olduğunu düşünüyordunuz.
Öyle ya da böyle… Asıl gerçekler yıllar sonra ortaya çıkar veya hiç çıkmaz. Sonuç itibariyle bu dönemi canlı canlı yaşayan bizler farklı oranlarda da olsa Gezi parkı eylemlerinden olumsuz etkilendik. Eylül 2013’e gelindiğinde de ODTÜ’den geçecek olan otoyol ve Hatay’da ölen genç bir eylemci vesilesiyle eylemler yeniden başladı. Gezi Parkı eylemlerinde her iki tarafın da iddia ettiği gibi “mesele sadece ağaç” değilse böylesi “toplumsal bir isyan” ya da “hükûmeti devirme amaçlı oyun” nasıl oluyor da “yaz tatiline” girebiliyordu. Ben dünyanın hiçbir yerinde “biz gidip 3 gün Ramazan bayramını kutlayalım, bir iki hafta da yaz tatili yapalım; sonra yine sokakları birbirine katarız” diyen bir toplumsal eylem profili olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden araya giren yaz tatilinin bitmesiyle eylemcilerin tekrar sokaklara dökülmesi bana samimi gelmiyor. Hele ki sokak protestoları sırasında ölenleri, kaldırım taşını söküp polise atarak ananların bu tavrını hiç mi hiç anlamıyorum.
Her olayda olduğu gibi birçoğumuz yine klavyelere sarıldık; polis, avukat, hakim, eylemci ya da vatan haini rolüne büründük. Binlerce Gezi eylemcisi ve polis sokaklarda çatışırken bir o kadarı da en yakın arkadaşlarıyla ya da akrabalarıyla sosyal ağlar üzerinden birbirine girdi. Ve kırılan kalpler, kaybedilen dostluklar… Kimseyi fikrinden döndüremedik, bu vatanı da kurtaramadık. Tıpkı sokakların savaş alanına dönmesini, yeni insanların ölmesini engelleyemediğimiz gibi.
N’oluyor biliyor musun; bu İstanbul bizi sessizce öldürüyor…
Oturduğu yerden klavye tuşlarıyla vatan – millet kurtarılacağını zannedenler-den birçoğumuz nasibimizi aldık. Yurt dışında yaşayıp vergisini oraya ödeyen hatta yaşadığı ülkede memur olabilmek için Türkiye vatandaşlığını terk eden insanlar kilometrelerce uzaktan Türkiye’de yaşananları korkunç cümlelerle değerlendiriyorlar, atıp tutuyorlardı. Mesele Gezi Parkı eylemlerine destek vermek ya da vermemek değildi; mesele orada değil gelip burada durum değerlendirmesi yapmanın daha gerçekçi ve sağlıklı olacağıydı. Gezi Parkı eylemlerini savunanlara ya da buna karşı çıkanlara sözleriyle saldıranlar arasında maalesef yurt dışında yaşayan, vergisini oraya ödemeye devam eden ve T.C. kimlik numarası artık olmayan insanlar çoktu.
Erdal Erdoğdu; Blog Yazarı
Peki, blog yazarları Gezi eylemleri sırasında ne yaptı? Benim takip ettiğim yüzlerce blog arasında Gezi eylemlerine dair olumlu ya da olumsuz herhangi bir yazı görmedim. Erdal Erdoğdu ise tam tersine, bu konunun birçok blog yazarı tarafından ele alındığını ve hatta blogları üzerinden eylemlere katıldıklarını dile getirdi. Anladım ki Erdal’la aynı blogları takip etmiyormuşuz (;
Bu konu hakkındaki görüşlerini sorduğumda yorumsuz kalmayı tercih eden de yine Erdal oldu. O, daha çok sosyal medya üzerinden yayılan Gezi eylemlerine dair yalan haberlere odaklanmıştı. Hatta bir fırsatını bulursa yandaş vatandaş gazeteciliği üzerine bir yazı yazacağını söyledi ki ben bu yazıyı hazırladığım sırada böyle bir paylaşım göremedim. {Erdal, bahsettiği yazıyı daha sonra (şurada) yazdı.}
Tahir Yıldız; Blog Yazarı
Daha çok çektiği fotoğraflarla ön plana çıkan ama benim öncelikle blog yazarı olarak tanıyıp bildiğim Tahir Yıldız, Gezi Parkı direnişini haklı bulan blog yazarlarından biri. Tahir, yaşanan toplumsal olayların “biriken bazı şeylerin ortaya çıkışı” olarak tanımlıyor. “Birkaç ağaç için neler yapıyorlar?” diye şaşıranlara ve medyanın büyük çoğunluğunun olaylar karşısında tarafsız olmamasına şaşırıyor. Direnişin yapılma yöntemini de eleştiriyor Tahir ve şu anki yönetim başta olduğu sürece hiçbir sonuç alınamayacağına da inanıyor. Çünkü ne hükûmet geri adım atacak ne de direnişçi gençlerin sesini duyuracak bir platform oluşturulamayacak.
Tahir, yakılan ateşin bir başlangıç olduğunu ama daha fazlasına ihtiyaç duyulduğunu düşünüyor. Örneğin onların isteklerine daha çok cevap veren ve gençlerin güvenebileceği bir parti gibi. Zaten Tahir, sokaktaki eylemcilerin AKP’ye oy vermeyen bir profile sahip olduğunu ve onların görüşlerine uygun yeni bir siyasi partinin ilk seçimlerde en az ikinci parti olabileceğini de iddia ediyor.
Mısır Olaylarına Verilen Tepkiler Trajikomik!
Türkiye’de daha ciddi sorunlar varken Mısır’daki olaylara abartılı bir tepki verilmesini ‘göstermelik’ bir davranış olarak değerlendiriyor Tahir. Öyle ki ona, Türkiye’de her şey sütlimanmış gibi “Mısır’da darbeye hayır!” demek komik geliyor. Tahir için liderlik görevlerini yerine getirmenin ilk şartı önce kendi sorunlarımızı halletmek.
Halis Elciman; Blog Yazarı
Gezi Parkı olaylarını desteklemeyen blog yazarlarından olan Halis Elciman, eylemcilerin ilk başta samimi duygularla ayaklandığını ve polisin onlara ‘biraz kaba kuvvet’ kullandığını söylüyor. Çevrecilerin eylemiyle başlayan protestolar karşısında uygulanan yayın yasağını da eleştiriyor. Öyle ki halk, Suriye’deki katliamları 10 dakika bile göstermeyen ama Taksim’de yaşananları saatlerce canlı yayınlayan yabancı medyadan öğrenmek zorunda kaldı. Halis, insanların tavasını tenceresini alıp cama çıkma sebebini de buna bağlıyor. “Bizden saklıyorlar, bize tarafsız yayın yapmıyorlar!” diyor Halis. Ama “görüşüne uymuyorsa yandaş, görüşüne uyuyorsa objektif” ikileminin de farkında. Başbakan’ın sert üslupla yaptığı açıklamalarda haklı ama zamanlamasının yanlış olduğunu, ilk başta halkı sakinleştirmesi gerektiğini düşünen Halis, Erdoğan’ın “Yüzde 50’yi zor tutuyoruz” sözüne katıldığını da dile getiriyor. Bu yüzde 50’lik kesim can ciğer görüştüğü insanla aralarının bozulmaması için susmayı tercih ediyordu. Halis, bu noktada tartışılacak bir cümle kuruyor ve “şahsen benim sosyal medya hesaplarım sürü psikolojisi ile hareket edip millete “siz koyunsunuz!” diyenlerle dolu” ifadesini kullanıyor.
Diren Türkiye! Pardon? Kime Karşı? Savaş mı Çıktı?
Halis, Gezi Parkı eylemlerine katılanları “hükûmeti sevmeyenler, hayatında darbe görmemiş ama ‘yeter ki bu hükûmet gitsin darbe de olur’ diyenler ve yıllardır 1 Mayıs’larda ‘tek yol devrim’ diye ellerinde molotof kokteyli ile dolaşanlar” olarak özetliyor. Gezi Parkı protestocuları arasına “Öcalan destekçileri”nin katıldığı onun da gözünden kaçmamış. Ülkücüsü, Komünisti, Atatürkçüsü, PKK’lısı bir olup devrim yapmaya çalışanların başarılı olduklarında başa hangisinin geçeceğini de soruyor. Bu soruyu “Nasıl bir yönetim planladınız ki bunu istiyorsunuz?” sorusu takip ediyor.
O da birçoğumuz gibi “İlk başta samimi duygularla ayaklanan halk sonradan eylemlerin gidişatını anlayınca da evlerine çekildi” görüşünü paylaşıyor. Polisin ilk başlardaki biber gazlı müdahalesini gereksiz ve sert bulan Halis için sonraki polis müdahaleleri “gerekli”ydi. Halis bunu söylerken İzmir’de ateşe verilen Bank Asya binası, Körfez Dershanesi, AK Parti binası, Lozan Kapısı örneklerini veriyor ve “Ya polis müdahalesi olmasaydı? diye soruyor.
Hatta “Sturbucks’ın bayrağını söktük”, “Tansaş’a yürüdük camlarına nasıl vuruyoruz” diye övünen direnişçilerle karşılaştığını da ifade ediyor Halis.
Gezi eylemleri sırasında polis kurşunuyla hayatını kaybeden eylemci için de Halis’in yorumu “dağılın ikazına uymayan kişi, çatışma için bekleyen kişidir” oluyor.
Gezi Parkı olayları yüzünden polisin güvenirliğini yitirdiğini, hükûmet karşıtı olmanın popülerleştiğini, birçok insanın fikir farklılığı yüzünden birbiriyle küstüğünü ve 3. köprü, havaalanı gibi projelerimizi istemeyen ülkelerin Türk baharı sevinçlerinin kursaklarında kaldığını düşünen Halis, Mısır halkınaysa destek verdiğini belirtiyor: “Demokratik bir seçim sonucu iktidara gelen bir hükümete karşı yapılan isyanı ve darbeyi anlayamıyorum.”
Halis, azınlığın değil çoğunluğun istediğinin olması gerektiğini, her istediği olmayan azınlığınsa isyana başvurması durumunda ülkenin yönetilemeyeceğini savunuyor. Ona göre seçilen o hükûümete, o hükümeti seçen insanlara saygı gösterilmeli.
Blog yazarı arkadaşlar Erdal, Tahir ve Halis’in Gezi Parkı eylemlerine ve Mısır’daki karışıklığa dair görüşleri bu yönde. Hepimiz, yaşanan olaylardan az ya da çok etkilendik ve bütün bunlarla ilgili bir yargıya sahibiz. Yaşananların üzerinden zaman geçtikçe Gezi Parkı eylemleri gerçeğini belki daha iyi göreceğiz ve fikrimiz değişecek veya aynı kalacak. Ancak şu bir gerçek ki şu an hepimiz ama geleceğimiz bütün bunlardan illa ki etkilendi.
Ben Türkiye’nin çok güçlü olduğunu biliyor, daha da güçlü bir devlet olacağına inanıyorum. Her ne yaşanırsa yaşansın bu vatana zarar veriyor gibi görünse de bizi daha da kuvvetlendirdiği inancındayım.
facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik