internet günlüğü 2016/48

internet-gunlukleri

Dijital dünya nefes almadan güncellenmeye ve yenilenmeye devam ederken internet soluksuz bir şekilde büyüyor. Devletler bile e-devletleşirken, nesnelerin interneti insanlığın internetiyle yarışır hale geliyor. Hızla tükeniyor, tüketiyor, bir taraftan üretiyoruz. Dijital dünya ile gerçek dünyanın ‘zaman’ kavramı birbirinden çok farklı. 1 ay önceki bir gelişme, internet dünyası için çok eski bir gelişme sayılıyor. Bu sebeple henüz eskimeden, kaçırdığınız bir şeyler var mı diye göz atabileceğiniz internet günlüğü’nün en yenisi yayında. 28 Kasım – 4 Aralık 2016 tarihlerini kapsayan dijital dünyaya dair gelişmelerden öne çıkanları derlediğim internet günlüğü 2016/48, “Hepimiz aynı ağın altındayız.” temasıyla hazırlandı; iyi seyirler: Continue reading →

30’lu yaş sendromu: Fazlalıklardan kurtul

otuz_yas_sendromu

Daha fazla zamana ihtiyaç duyduğum, daha üretken olduğum(u zannediyor olabilirim) ve fazlalıklardan kurtulma isteğimin arttığı bir dönemdeyim. Doğum günüme az bir süre kala ömrümün 35 yılını geride bırakacak olmanın getirisi mi bütün bunlar bilmiyorum. 35’li yaşlarda insanlar böyle bir ruh dünyasına bürünüyorsa sorun yok, kısa sürerse asıl sorun o zaman. (Bu arada yukarıdaki fotoğrafı aslında Yaratıcılığın 33 Kuralı yazısında kullanmak üzere hazırlamıştım, sonradan vazgeçmiştim. Bu yazıya kısmetmiş.) Continue reading →

Karanlıktakiler

Bir iyi bir kötü haberim var. Kitap-lık dergisinin Şubat sayısını almayı yine unuttum, geç hatırladım ve yine bulamadım. 2008 Şubat sayısında askerdeydim, çarşı iznimin büyük bir kısmını koca Elazığ’da Kitap-lık aramakla harcamıştım. 2009 Şubat sayısını da yine dalgınlıkla unutmuştum. Becerebilirsem son üç yılın Şubat sayılarını internetten satın alacağım. YKY Şiir Yıllıklarını neden bu kadar önemsiyorum, bilmiyorum…

İyi haber, Çağan Irmak‘ın son filmi Karanlıktakiler‘i seyrettim. Ekim 2009’da vizyona giren filmi, içimde kocaman bir hüzün, bardağımda sert bir nescafe, üzerimde polar battaniye ve hiç alışık olmadığım ama çok da keyif aldığım tatil perşembenin tadını çıkararak -henüz- seyredebildim.

Çağan Irmak’ı Babam ve Oğlum‘la tanımış, ismini bir daha da unutmamıştım. Ulak ve Yumurta ile Continue reading →

Ağlayabildiğim kadar

yunusevren_evrendua

NE KADAR AĞLARSAM O KADAR SENİNLEYİM SANKİ…

Babası kanserdi ve dedesine emanet edilmişti. Annesinin kokusunu bile duyamamıştı. Sokak ortasında can vermişti annesi. Babasının kollarında büyümüştü. Hayatın acımasızlığını ne kadar örtmeye çalıştıysa da babası, ölüm gerçeğini büsbütün silememişti onun dünyasında. Ve çocuk bir gün babasını da kaybetti… Film bitti…

Babam ve Oğlum filmi bitmişti ama benim için devam ediyordu. Bir baba hala yoktu. Ölüm dönülmez bir gerçekti. Kanser, bizi de babamızdan ayırmıştı ve babamın bizi emanet edecek kimsesi yoktu. Buna vakti de olmamıştı.

Film devam ediyordu. Ben ağlıyordum. Yol boyu, hayat boyu… Kendimi bildim bileli… O dönem neler hissetti, bize ulaşamayınca ne acılar çekti hiç tahmin edemedim. Ben yürüdüm yol boyu… Ağladım, babamı yaşarcasına…

Fotoğraf: Denizli/Sarayköy/03.12.2005 (Teşekkürler Ali GÜNEŞ)

Bu yazı, ilk blogcu.com’da yayımlandıktan sonra buraya taşındı.