Yarım Saat Aralıksız Yazarak Beyin Boşaltma (Brain Dump) Tekniği

Neredeyse iki aydır, her gün üç sayfa yazıyorum. Günlük tutmaktan veya öykü gibi kurgusal bir metin yazmaktan değil aklıma gelen hemen her şeyi çalakalem, gelişigüzel yazmaktan bahsediyorum. Kimileri bu yazma şeklini “sabah sayfaları”, “üç sayfa kuralı” veya “beyin boşaltma (brain dump) tekniği” olarak adlandırıyor. Hatta bu tekniğin farklı versiyonları, yaratıcı yazarlık atölyelerinde de sıklıkla öneriliyor. Süre tuttuğumda üç A4 kâğıdına yazmayı ortalama 30 dakikada tamamladığımı görünce ben de buna “yarım saat aralıksız yazma” tekniği adını verdim. Bu teknik, nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, hangi ihtiyaç ve amaçlar için kullanılırsa kullanılsın beynimi boşlatmamda, iç konuşmalarımı azaltmamda ve zihnimin kıvrımlarında fark etmediğim bazı düşünceleri keşfedip yeni kararlar almamda bana çok yardımcı oluyor. Kendimle, zihnimle yüzleştiğim bir deneyim yaşıyorum.

Zihinsel arınma yaşadığım bu teknik, günün müsait olunan saatlerinde, hatta gün içinde sabah ayrı, akşam ayrı bile uygulanabilir.  Ben, işe geç kalmamak için hafta içi sabahları değil, işten gelir gelmez; hafta sonlarıysa sabah kalkıp elimi yüzümü yıkar yıkamaz yazıyorum. Her gün düzenli yazmaya özen gösteriyorum, şimdiye kadar da bunu kendime bir yük, bir zorunluluk gibi görmedim. Çünkü yazmayı, hem kendimi iyileştirme yolu hem de biriken müsvedde kâğıtları temizlemek, çekmecemde yıllardır bekleyen onlarca kurşun kalemi kullanmak için bir vesile olarak görüyorum. Müsveddeler ve kalemler hayatımdan eksilirken zihinsel ve ruhsal arınma da yaşıyorum ki yazma tekniğinin asıl faydası da bu.


Peki yarım saat boyunca, üç sayfa ne yazıyorum? O an aklıma gelen her şeyi yazıyorum. Aklıma gelip de kalemin ucundan kâğıda dökülen cümleleri yazım ve noktalama işareti hatalarına, cümle bozukluklarına, doğrusuna yanlışına, önemsiz olup olmamasına bakmadan, yargılamadan yazıyorum. Yazmaya başladığım an aslında aklıma çok fazla şey geliyor ama aklıma bir şey gelmediğinde, dışarıdan duyduğum sesi, o sesin bendeki tesirini, yazdığım masadaki nesneleri yazmaya başlıyorum. Konudan konuya atlıyor, bazen öfke cümleleri kuruyor, bazen kendi kendime şakalar yapıyorum. İlk günler, neredeyse belli başlı olaylar ve insanlar üzerine son derece depresif cümleler kurarken zamanla söz konusu olaylar da insanlar da üç sayfalık yazılarımda yer almaz oldu. Yarım saat karmakarışık cümleler kurarken bazen birine bir şey anlatıyormuşçasına, bazen kendimle sohbet ediyormuşçasına bazen de Allah’a dua edercesine yazıyorum. Bu dur duraksız yazmak öyle bir şey ki kendi kendime sesli veya içimden konuşmaktan çok başka bir deneyim. Ne demek istediğimi, bu yöntemi denerseniz daha iyi anlayacaksınız.  

İşim sürekli bilgisayarda yazı yazmak olduğundan, kendime ayırdığım bu yarım saatte yine bilgisayar başına geçip yazmak istemiyorum. Kurşun kalemleri ve kalemin kâğıtla temasında çıkardığı sesi seviyorum. Ayrıca kalemle kâğıda yazmanın beyin sinirlerini ve hücrelerini olumlu etkilediği yönünde de birçok bilimsel araştırma var. Siz ister kâğıda ister bilgisayara hatta telefonunuzun notlar kısmına yazın ama mutlaka yarım saat aralıksız yazın. Bu arada “Aklıma yazacak bir şey gelmez, yazmaya hiç alışkın değilim, şimdi kim uğraşacak defterle kâğıtla, kalemle?” demeyin. Aklınıza bir şey gelmiyorsa, yarım saat boyunca “şu an aklıma hiçbir şey gelmiyor” yazın. Zihnimiz o kadar geveze ki beyin sızması denen şey gerçekleşmeye başlayıp aklınıza birçok şey geliyor, kendinizi tıkır tıkır yazarken buluyorsunuz.

Duygu ve düşüncelerimi işlememi sağlayan, beynimdeki bilişsel yükü azaltan “yarım saat aralıksız yazma” sırasında farkına vardığım hayati bazı konuları da yazdığım için beynime aslında “bütün bunların farkındayım, merak etme kontrol bende, bunlarla ilgileniyorum, sen kendi işlerine bakabilirsin” mesajı verdiğimi fark ettim. Yazmaya başlama sebebim, olaylara takılıp “an”ı yaşayamamak ve zihnimdeki sesleri susturamamaktı. Sustu mu? Tam olarak hayır ama sesler ciddi oranda azaldı, cılızlaştı. Gün içinde eskisi kadar kendi kendime konuşmamaya ya da söylenmemeye başladım. Çünkü artık “Nasıl olsa istediğim kadar söylenebileceğim, bağırıp çağırabileceğim, kavga edip azarlayabileceğim, şikâyette bulunabileceğim, ağzıma geleni söyleyebileceğim üç sayfam var” diyorum, daha doğrusu artık zihnim bunun farkında: Her şeyin serbest olduğu bir yarım saati var.

Bu arada yazdıklarımı, yazıyı tamamlar tamamlamaz yırtıp atıyorum. Bunu hem bir arınma, düşünsel fazlalıklardan kurtulma gibi görüyorum hem de bir yaratıcı yazarlık tekniği olarak bu yöntemi kullanmadığımdan yazdıklarımı saklama ihtiyacı duymuyorum. Bu yöntemle ilgili, yazılanların saklanıp ilk sekiz hafta okunmaması yönünde öneriler de gördüm. Sonuçta edebî metinler yazmadığım, içimi boşaltmak için yazdığım için yazılanları saklamamın bir anlamı yok. Ama siz ruhsal seyrinizi, ay ay bilişsel gündeminizin takibini, önceden en çok neleri dert ediniyormuşsunuz da şimdi neleri kafaya takmaya başlamışsınız, bu değişimi görmek istiyorsanız yazdıklarınızı tabii saklayın ama günde 3 sayfadan 30 günde 90 sayfayı da oturup kim okumaya vakit bulabilir ki? Hem yazarak noktalanmış bir geçmişi, kendime tekrar hatırlatmak da istemiyorum açıkçası. Ayrıca yazılıp bitirilmiş, bahsedilmiş ve artık kapatılmış konulara geri dönmemeyi bana bu yazma tekniği öğrettiğinden, yazdıklarımı saklamamayı tercih ediyorum.

Yarım saat aralıksız yazarken inanılmaz fikirler keşfettim. Beynimin kıvrımlarındaki karanlık noktalar, yaratıcı fikirler, kendime yardımcı olacak yeni yollar buldum. Hatta zamanla bilinçaltımın, asıl yazılmasını istediği meseleyi, kâğıdın üzerine önüme getirdiğini de gördüm. Bazen kendimi yazmaya başlamadan önce hiç aklımda olmayan, daha önce önemsemediğim veya vakit bulup üzerine düşünmediğim ufacık bir ayrıntı hakkında etraflıca yazarken bile buluyorum.

Kuralı, sınırı, çerçevesi, sansürü olmayan bu yöntemin yanlışı da en doğru şekli de yok. Kendi ihtiyaçlarım ve yaşam şeklim çerçevesinde bu yöntemi nasıl uygulayabildiğimden bahsetmeye çalıştım. Siz, yöntemi kendi hayatınıza göre uyarlayabilirsiniz. Tamamen serbest, çalakalem, gelişigüzel yazmak olan bu teknikte yine de şu iki ayrıntıyı bir kural olarak belirleyin: Düzenli olarak her gün yazın ve yazmaya başladığınız an durmayın, yazmaya ara vermeyin, ne yazacağınızla ilgili durup düşünmeyin.

3 Comments

  1. Meteksan’ın defterlerine öykü ve günlüklerimi yazmak için inceleyeceğim Hasan, bu bahsettiğim yarım saatlik yazıları müsveddelere ve kurşun kalemle yazıp sonra onları yırtıp atmayı tercih ediyorum çünkü. Önerin için teşekkür ederim. Yolumuzun kısa bir süreliğine kesiştiğini düşünmüyorum, farklı vesilelerle zaman zaman yolumuzun kesişmeye devam edeceğine inanıyorum. En azından bloglarımız sayesinde bile…

  2. Bu tekniği uzun zamandır uyguluyorum. Esasında bir teknik olarak isimlendirildiğini az evvel öğrendim. Meteksan’ın a4 defterleri hem dolmakalem kullanımına uygun oldukları hem de yazıları bir arada tutabildiği için biçilmiş kaftan.

    Yolumuz -üzülerek belirtmeliyim ki- kısa bir süre kesişmiş olsa da değerli blogunu takip ediyorum. Blogun için nice güzel yıllar temenni ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir