Sadece blog yazmak değil herhangi bir mecrada yazılı, sesli ya da görüntülü içerik üretebilmenin değeri gittikçe artıyor. Önemli olan “içerik üretmek” değil -ki büyük çoğunluk yaptığı paylaşımları içerik üretmek zannediyor- içerik “üretebilmek”. Daha da önemli olansa “özgün” içerik üretebilmek. Videoyla da desteklediğim bu yazımda blog yazmanın değerini tekrar vurgularken içeriğe dair birkaç önemli ayrıntıdan bahsedeceğim. Bu bahsi, yazımı yazmadan birkaç saat önce Büşra’dan gelen e-postanın da ışığında şekillendireceğim.
Hevesli İnsan Bilim Akademisi Derneği (HİBA) gençlerinden, Mayıs 2021’de bir e-posta almıştım. Blog yazarlığından içerik editörlüğüne birçok konuda çevrim içi olarak benimle görüşmek istemişlerdi. Yaklaşık iki saate yakın bir sohbet gerçekleştirmiştik. O uzun sohbetin özetinden oluşan video; blog yazmaya nereden başlamalıyım, ne yazmalıyım, nasıl yazmalıyım gibi soruları olanlara faydalı olacaktır.
Blog yazmaya başlayanların en sık yaptığı hata: Beklentiye girmek
Gelelim Büşra’nın e-postasına. Büşra, bu yazıyı yazmaya başlamadan birkaç saat önce bana gönderdiği e-postada yazmayı çok sevdiğini, bugüne kadar iki blog açtığını ancak çok uğraşarak yazdığı yazıların okunmamasından dolayı yazmayı bıraktığını anlatıyor. Sosyal ağlarda yer almaktan hoşlanmadığından da bahsediyor ama “İlla kullanmam gerekecekse hangisini tercih etmeliyim?” diye soruyor.
Son birkaç yıldır Büşra gibi birçok kişi farklı kanallardan bana ulaşıyor ve hemen hemen benzer soruları yöneltiyorlar, benzer sıkıntılardan bahsediyorlar. Hemen hepsinin ortak noktası “yazmayı çok sevmek”. Ortak hatalarıysa (tabii bana göre hata. Böyle nitelendirdiğim için de özür dilerim.) dış motivasyonla blog yazmaya başlamaları.
Her işte olduğu gibi blog yazmada da önemli olan iç motivasyon. Elbette yazdıklarımız çok yorum alsın, sosyal ağlarda herkes paylaşsın, binlerce insan yazılarımızdan bahsetsin; bunu hepimiz çok isteriz. Benim hata olarak nitelendirdiğimse; bu tatmin duygusunu en başta yaşamayı istemek, bu dış motivasyonla yola çıkmak. Çünkü bunlar sizi birkaç ay sonra “pes etmeye” götürür. Bu satırları okurken ara verin ve daha önce yazdığım birkaç yazıya ve Twitter hesabımdan yaptığım birkaç paylaşıma bakın. Kaç yorum ve kaç retweet / beğeni gördünüz? Ya hiç yok ya bir iki tane değil mi? Ama buna rağmen bitmek bilmez bir iç motivasyonla, ilk günkü heyecan ve özveriyle 2005’ten beri bu blogda yazmaya, üretmeye devam ediyorum. Ve muhtemelen bu istikrar ve yarattığı algı sayesinde siz “blog” söz konusu olduğunda benimle bir şekilde iletişime geçiyorsunuz. Mesele çok okunmak, çok yorum almak ve bir blog fenomenine dönüşmek olsaydı şu an ne ben bu satırları yazıyor olurdum ne de siz burada olurdunuz ;)
Yazmak ama illa ki okumak
Çok okunma, çok ziyaretçi, çok yorum kaygısını bir kenara koyduysak Büşra’nın e-postasında bahsettikleri üzerinden devam edelim.
Yazma tutkusu ve okuma sevgisi olmayan birinin blog yazarı olması mümkün değil. Yukarıdaki videoda da bahsettiğim üzere ister blog yazarlığında ister YouTube’da ister Instagram’da olsun başarılı bir içerik üreticinin nitelikli okur olmaması, hiç kitap okumaması düşünülemez. Kaliteli ve nitelikli içerik üretmenin yolu kendimizi kültürel anlamda kaliteli içeriklerle beslemekten geçiyor. Nitelikli kitaplar, makaleler okumak, nitelikli filmler seyretmek, nitelikli müzikler, podcastler dinlemek… Bunların hepsi çok önemli. Böyle kaliteli şekilde beslendikçe yazarak, vlog çekerek veya podcast yaparak bir şekilde üretme, birikimimizi dışa aktarma ihtiyacı duyuyoruz, bu kaçınılmaz. Her zaman söylediğim gibi: Dijital dünyada ya üreten tarafta ya da tüketen tarafta olmayı seçeceğiz.
Zaten Büşra da “yazma tutkusu rahat vermiyor, şimdi yeniden yazmak paylaşmak istiyorum” diyerek üretme sancısının altını çizmiş. Fakat yazma konusunda ben de şunun altını çizeceğim: Dijitalde yazın ama önce çevrim dışında yazın. Ne demek istediğimizi detaylandırayım:
Yazmak için illa blog olması gerekmiyor. Günlük tutmak, kalemi alıp kâğıda da yazmak, üstelik her gün düzenli yazmak çok önemli. Blogda, tüm dünyanın erişimine açık böylesi bir mecrada her istediğimizi yazamıyoruz. Belli kaygılarımız var. İlgi çekici başlık atmak için bile saatlerce düşünüp bir de SEO kurallarına uygun yazı ortaya koyma çilesi çekenlerimiz var. Oysa dört duvar arasında defterimize yazarak kalemimizin özgürlüğünü geliştiririz. Anlatımımızı, ifadelerimizi, hayal dünyamızı güçlendiririz. Bu sebeple her gün blogda yazmayı değil ama her gün deftere yazmayı mutlaka öneriyorum. Her şeyi, herhangi bir şeyi, canınız ne isterse onu yazma koşuluyla. Böylesine düzenli yazan, kalemini çalıştıran biri zaten mutlaka bloğunda da yazacaktır.
Blog yazarı hangi sosyal ağı kullanmalı?
Sosyal medya çağında olmamıza rağmen sosyal ağlarla barışık olmak zorunda değiliz. Dijitalde içerik üreten birinin sosyal ağlarla barışık olması şart gibi bir algı da var ama buna katılmıyorum. Diğer içerik üreticilerini bir kenara bırakıp konuyu blog yazarları özelinde ele alırsak kişisel görüşürüm, blog yazarına en uygun sosyal ağın Twitter olduğu yönünde. Yeni blog yazınızı duyurmak için oturup YouTube videosu çekmek mi yoksa yeni yazının linkinin yer aldığı bir tivit atmak mı daha kolay?
Mecralara “okuma”, “dinleme” ve “seyretme/bakma” odaklı olup olmadıkları açısından yaklaşmak hangi içeriğin duyurusunu hangi mecrada yapacağımızı da belirleyecektir. “Bakma” odaklı Instagram hikâyeleri dururken yeni aldığım arabanın (e haydi inşallah) fotoğrafını niye Twitter’da paylaşayım ;)
Özet olarak: Blog yazarı, internetin en önemli aktörlerindendir. Dijital mecraların hepsinde varlık gösterebilir, kimse ona “senin burada ne işin var?” diyemez. “Hepsinde olsun ama Twitter’da mutlaka olsun ve yazdığı her yazıyı oradan mutlaka paylaşsın” görüşündeyim.
Ama Büşra da haklı olarak diyor ki: Sosyal medyada olmadan da yazılarımla var olmanın bir yolunu bulamaz mıyım?
Blog, internette var olma mücadelesidir. Sadece bloğumuzla internette varlığımızı zaten tescilliyoruz. Sosyal ağların hemen hepsinde olmak ve buralarda paylaşımda bulunmak elbette “görünürlüğümüzü” artırır ama Instagram’da boy göstermek TikTok’ta dans videoları paylaşmak “dijital varlığımızı” güçlendirmez. Blogda yazmak zorundayız ama sosyal ağlarda olmak zorunda değiliz. Bu bir eksiklik değil. Öyle ki internette her yerde olmak, aslında hiçbir yerde olmamaktır.
Sosyal ağlar olmadan yeni yazımızdan okurları haberdar etmenin, bloğumuzun duyurusunu yapmanın başka yolu yok mu? Facebook ve Twitter arasında sıkışıp kalmış hâlde miyiz? Biraz sıkıntılı bir durum gibi ama o kadar da çaresiz değiliz.
Blogda bülten aboneliği oluşturmayı çok değerli buluyorum. RSS sistemi de kurulu olmalı. Ben yüzlerce bloğu Feedly üzerinden RSS abonelikleri sayesinde takip ediyorum. Bloğunuz için Whatsapp grubu ya da Telegram kanalı da açmak bir çözüm olabilir. Bu alternatifler, okurların kendi arzularıyla girip kaydolacağı sistemler olduğundan dolayı çok değerli. Zaten en sadık takipçi de bu yöntemlerden biriyle ağınıza dâhil olanlardır.
Eğer dış etkenlere aldırmadan;
- Sağlam bir iç motivasyonla
- istikrarlı şekilde yıllarca
- özenerek ve titizlikle
yazmaya devam edilirse sabit bir okur kitlesi kendiliğinden gelir (gelmese de sorun değil), yazılar bugün olmasa da belli bir süre sonra fark edilmeye başlanır (fark edilmese de olur). Önemli olan okumak, yazmak, üretmek, kendimizi iyi beslemek ve dijital varlığımızı ürettiğimiz nitelikli içeriklerle doğru konumlandırabilmek.
Yok yok, hafızanızdaki bilgi doğru. TDK’nin bir dönem büyük yazdığını ben de hatırlıyorum. Bu yüzden blogda büyük harfle kullanmıştım hep. Sonra küçüğe döndüğünü fark edince blogdaki yazıları gözden geçirip hepsini küçük harf yapmıştım. TDK’yi bu tarz konularda anlamakta zorlanıyorum.
Aslında yazılan pek çok yazı dijital iz bırakmamak için silinse bile “archive.org” ve benzeri siteler tarafından kaydediliyor. Böyleyken emek harcanan bir bloğun kaderine terk edilmesi üzücü tabi. Ücret ödenen bir alan adı ve sunucu hizmeti belki kapanmaya bir gerekçe olabilir. Fakat “blogspot” tarzı ücretsiz hizmetleri de sonlandırıyor insanlar. Burası masaya yatırılmalı.
Öncelikle “internet”i niçin büyük harfle yazdım, farkında değilim ;) Uyarın için teşekkür ederim Bir Edip. Ama bahsi geçmişken, TDK’nın bir ara “İnternet” şeklinde yazdığını hatırlayıp elimdeki kaynakları da taradım ama bulamadım ;) Sanırım hafızamda yanlış kalmış.
Blog açıp devam etmemek anlaşılabilir ama ardında iz bırakmak istemeyip ne var ne yok silenleri de konuşmalıyız. Ben bloglarını kapatanların niçin bunu yaptıklarını hep onlarla konuşmak istemişimdir ama bir ara denesem de cevap alamadıklarım olmuştu. Masaya yatırılacak çok konu var.
Kaleminize sağlık. Müsaade ederseniz altına imza atabilirim.
Blog âlemini ikiye ayırabiliriz. “Blog açtıktan sonraya yazmaya başlayanlar” ve “belli bir yazı geçmişinden sonra blog açanlar” diye. Birinci grubun başarılı olması nerdeyse imkansız bana göre.
“İnternet” kelimesini sanırım bilerek büyük yazdınız yazı içinde. Sebebini merak ettim. Çünkü TDK küçük yazıyor.