Edebiyat varsa korkmaya gerek yok

Benim için İstanbul’daki en önemli ve heyecan verici etkinliktir TÜYAP Uluslararası Kitap Fuarı. Bu yıl 36.sı düzenlenen fuarın muhteşem atmosferini İstanbul’da altı yıldır yaşayabildiğim için mutluyum. Hem kitap satış alanında hem sanat fuarı kısmında hem de söyleşilerin yapıldığı salonlarda vakit geçirdikçe adeta derin bir nefes aldığımı hissederek rahatlıyorum. Bu yıl “İyi ki varsın edebiyat” teması da bu anlamda çok hoşuma gitti ve ruh halimi özetledi. 

Geçen yıllarda TÜYAP’a gitmek için metrobüse binmekte epey zorlanırdım çünkü içi çok kalabalık olurdu. Bugün fuarın ilk günü olmasına rağmen metrobüsler sakindi. Son durakta inip üst geçitten TÜYAP’a yürürken de şaşırdım. Öyle ki eskiden metrobüsten TÜYAP’a yürümek neredeyse imkansızdı. Köprüde insan trafiği deyim yerindeyse felç olur, TÜYAP’ın kitap satış alanında da zar zor adım atar kitapları incelerdiniz. Bugün gözle görülür bir sakinlik olduğunu fark ettim. Bunu hem fuar alanında gezinirken hem de fuar alanına üst kattan bakınca görmek mümkün.

Nihayet, fuara giderken yolunuzu kesen onlarca bilet satıcısı bu yıl yoktu. Metrobüs durağından itibaren her yere “Sahte biletlerin kesinlikle alınmaması” yönünde uyarılar asılmıştı ve hem insan trafiğini yönlendirmek hem de sahte bilet satıcılarını önlemek amacıyla belirli aralıklarla güvenlik görevlileri vardı. Bu arada bilet fiyatı 5 TL. Eğer öğrenci kartınız yoksa öğrenci akbili de ücretsiz giriş için kabul ediliyor.

Fuarda ilk durağım “Edebiyatın Korkusuzluğu” konulu söyleşi için Kınalıada salonuydu. Söyleşiyi Yapı Kredi Yayınlarından Murat Yalçın yönetti, konuşmacılar da Yekta Kopan ile Mine Söğüt’tü. Murat Yalçın birkaç hafta önce editörlük atölyesinde dersimize girmişti. Onu bir kez daha bir söyleşide dinlemek farklı bir duyguydu. Mine Söğüt ve Yekta Kopan’ı ilk defa yakından gördüm. Söğüt’ün sıra dışı tarzı dikkatimi çekti, gözleri çok etkileyici. Kopan’ın da gözleri renkliymiş, yakından görünce fark ettim. Bence masadaki en baskın karakter oydu. Söyleşide edebiyatçının toplumsal duyarlılıklarla kendisini sınırlamaması gerektiği konusunda iki yazar, yayıncı Yalçın’la biraz ters düştüler. Kopan ve Söğüt, yayıncıların olaya ticari gözle baktıklarını söylerken Yalçın, editör ve yayıncının okurlardan gelen tepkilere kayıtsız kalamayacaklarını savundu.

Peki Yekta Kopan ve Mine Söğüt neler söyledi? Söyleşiden tuttuğum notlar şu şekilde:

Yekta Kopan:

  • Edebiyat, ilk zamandan beri korkuya karşı bir duruş sergiler.
  • Edebiyatın temel meselelerinden biri korkusuz olmaktır. Edebiyat, bildiğiniz korkusuzdur.
  • Özgürlüğü tanımladığımız an, onu kısıtlamış oluruz.
  • Korkakların tarihi yazılmıyor.
  • Edebiyatçı elbette toplumsal hassasiyetlerden uzak değildir.
  • Çok cesur bir adam değilimdir ama yazarken hiçbir şeyden korkmam. Ancak şimdilik… şimdilik.

Mine Söğüt:

  • Edebiyatın asıl işlevi yapma denileni yapmak, söylenmeyeni söylemektir. Edebiyat bu karşı duruşla donanmış bir alan.
  • Ortada hâlâ edebiyat varsa korkulacak bir şey yoktur.
  • Yaratıcılık ve sorumluluk yan yana gelirse benim için tehlikeli bir durumdur.
  • Edebiyatçı da bir insan ve korkabilir. Sonuçta bir Tanrı’dan bahsetmiyoruz, alt tarafı yazı yazıyoruz.
  • Toplumsal hassasiyetleri özellikle edebiyat umursamaz. Ben bu hassasiyetleri takmamaktan yanayım.

Söyleşinin sonunda fuar alanına inip soluğu Türk Dil Kurumunun standında aldım. Yazım Kılavuzum iş yerinde sürekli yanımda durduğu için evdeki çalışma masamda elimin altında olsun diye bir yane daha aldım. (Bu arada Yazım Kılavuzunu güncel ve geçerli baskısı hâlâ 2012 yılında yayımlanan 27. baskısıdır.)

Heyecanla aldığım diğer bir yayın da Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler kitabı. İlk kez 1969 yılında yayımlanan ve ikinci baskısı 1971 yılında yapılan iki ciltlik kitabın 2016 baskısıyla tek ciltte toplanmış hali. Türkiye’den 59 şehrin ve KKTC’nin yerel ağzındaki atasözleri ve deyimlerin derlemesinden oluşan kitap sürekli karıştıracağım başucu eserlerimdem biri oldu. (Kitapta deyimlerin ve atasözlerin açıklamaları bulunmuyor. Kitap, atasözleri ve deyimler sözlüğü değil derlemesi özelliği taşıyor.)

Geçen yıl almaya niyetlenip de bir türlü alamadığım 6 ciltlik Derleme Sözlüğünü nihayet bu yıl alabildim. “Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü” adını taşıyan çalışmada 1932 yılına kadar yazı dilimize girmemiş ve 1932 – 1960 yılları arasında Türkiye’nin birçok bölgesindeki halk ağzından derlenmiş Türkçe veTürkçeleşmiş sözler yer alıyor.

TÜYAP Kitap Fuarını, kitap almak için değil asıl söyleşileri dinlemek ve yeni kitaplar keşfetmek amacıyla değerlendirdiğimin altını sürekli çiziyorum. Almak istediğim kitapları hâlâ internetten alan biriyim ve alayım kenarda dursun demiyorum. Elimdeki kitaplar bitmek üzereyken ihtiyacım olan kitabı sipariş ediyorum. TÜYAP’a gidip de bir yıl boyunca okuyacağım kitabı poşet poşet alıp istiflemenin bir anlamı yok. Öyle ki dönem dönem okuma ihtiyaçlarım da okumak istediğim kitap türü de değişebiliyor. O ihtiyaç ve değişime göre kitap sipariş ediyorum. Yıkarıdaki TDK sözlükleri için de şu önemli ayrıntıyı paylaşayım. 6 ciltlik Derleme Sözlüğü ile 8 ciltlik Tarama Sözlüğü, TDK’nin internet satış sitesinde tükenmiş durumda. Ayrıca fuarda %50 indirimli alabildiğiniz bütün TDK yayınlarını internet sitesinden daha yüksek fiyata alıyorsunuz. Bu sebeple fuarda hemen Derleme sözlüğünü aldım. Hepsini taşıyamayacağım için de Tarama Sözlüğü ile Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğünü bir sonraki haftaya bıraktım. Sözlük karıştırmak, kitap okumak kadar gerekli ve faydalıdır. Bu da son notum olsun ;)

En çok buralardayım: Instagram | Facebook | Twitter | YouTube

4 Comments

  1. Ne kadar taze bilgilerle geldin Evren oğlum. Benim için kılavuz bloggersın sen. Hepsini not aldım ve üstünde düşünerek değerlendireceğim. Bize de fuarı gezdirdiğin için binlerce teşekkürler. Başarılarının devamı ve sevgilerimle Evren :)

  2. Semi, söyleşi sırasında da dinleyiciler tıpkı senin gibi “Kime göre hassasiyet, kim belirleyecek?” sorusunu sıklıkla dile getirdiler. Biz blog yazarları için de benzer sıkıntılar / oto kontrol söz konusu. Yazılarımızı oluştururken belli hassasiyetleri ya çok önemsiyoruz ya da hiç umursamıyoruz.

  3. İşte İstanbul`da yaşamanın en güzel tarafı! (Burda da kitap fuarı oluyor ve yazarlar buraya da geliyor, hakkını yemeyeyim.)
    Ben Kopan ve Söğüt gibi düşünüyorum. Hassasiyetler ve işin içine ticaret girdiğinde edebiyatın da sanatın da özgürlük alanının kısıtlandığı doğru. Bir de bu yaklaşımın sınırı yok. Kime göre hassasiyet, kim belirleyecek? Toplumda, hele ki bizden de karma olan toplumlarda, herkesin, her kültürün başka hassasiyeti var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir