YEDİK SENİ KPSS!

Reklamın iyisi kötüsü olmazmış, bu konuya değinmesem mi acaba :) Bir yıl boyunca umurumda değil, ben öğretmen olmayacağım ki, KPSS de ne, yeniliyor mu içiliyor mu?havalarında dolandım durdum. Uzatılan mikrofon ve objektiflere KPSS’yi takmayan ifadelerle sataştım durdum. Aslında bu yazıyı da yazmayacaktım, KPSS’nin şöhretine şöhret katmayacaktım ama…

Ben bu sınavın ağzının payını verdim ey millet. İyi ki çalışmamışım. Sorular sanki bir öğretmen adayından ne istediği konusunda kendi aralarında çelişiyorlardı :) Ya da yaz günü canı dondurma, patlamış mısır çeken, öğlenleri 20 dakika uyumaya alışkın biri olarak -hele ki öğleden sonraki eğitim bilimleri- sorularıyla pek bütünleşemedim :) Haydi ben Edebiyat mezunuyum, Türkçe soruları bana göre. Fizik, Kimya, Biyoloji öğretmeni olacaklara yazık değil mi? Onlara kalkıp resmi dili Türkçe olan eski Türk Devletlerini soruyorsunuz :)

Artık kimseden sınava hazırlanıyor musun, konuları bitirdin mi, söyle bakayım pekiştirme neydi? tarzı KPSS içerikli sorular işitmeyeceğim ya, en çok buna seviniyorum. İlk işim de binbir yazım hatasıyla dolu Yargı Yayınlarının kitaplarından kurtulmak olacak (-tı, kurtuldum bile!) Bunca yazıdan çıkan asıl önemli sonuç: Öğretmen olmuyorum ;)

Söz Söyleme ve Diksiyon Üzerine…

Marmara‘nın, Rumcada mermerler demek olduğunu ve Marmara adasında yüzyıllarca mermer çıkarılıp işlendiğini;

Yanlış nefes almanın tansiyon, migren, astım ve psikolojik bunalım gibi pek çok sağlık sorununa sebep olduğunu;

Günde iki litre su içmenin yanında, en az dokuz-on defa da derin nefes almanın gerektiğini; çünkü ikisinin de bedeni yıkadığını;

Türkçe’nin 29 harfle yazılmasına rağmen 48 sesle konuşulduğunu;

Diksiyon çalışmalarında bir kalemi dişlerle sıkarak konuşma alıştırmaları yapmanın çene sertleşmesine yol açtığını, bu sebeple yanlış bir uygulama olduğunu;

geliyorlar, gidiyorlar, yapıyorlar gibi ek almış sözcükleri “geliyolar, gidiyolar, yapıyolar” biçiminde söylemenin standart dilde yanlış olduğunu;

Topluluk önünde yapacağınız konuşma öncesinde çok heyecanlıyım, heyecanımdan dolayı bir yanlışlık yaparsam beni bağışlayın gibi sözler söylemenin çok yanlış olduğunu;

Rahat anlaşılabilmek için ağızdan dökülen sözcük sayısının dakikada 125-160 arasında olması gerektiğini;

Görkemli, gösterişli anlamındaki azametli sözcüğündeki hiçbir a’nın uzun okunmadığını;

Defile kelimesinde fi’nin uzatılmadığını;

Olmaz anlamındaki hayırı söylerken ha’nın uzatılmadığını ama vurgunun ilk hecede olduğunu,

Yardım anlamındaki “hayır”da da ha’nın uzatılmadığını ve vurgunun ikinci hecede olduğunu,

Meşale sözcüğünde şa’nın uzatılarak telaffuz edilmediğini;

Mütevazı‘nın alçak gönüllü, mütevazi‘nin de birbirine paralel anlamına geldiğini,

Sara krizi derken sa’nın uzatılmaması gerektiğini,

Şahane sözcüğünü telaffuz ederken her iki a’nın da uzatılarak söylenmesi gerektiğini,

Yarınderken ya’yı uzatmanın yanlış olduğunu,

Zina sözcüğünde zi’nin değil de na’nın uzatılması gerektiğini biliyor muydunuz?

Kaynak: Can GÜRZAP, Söz Söyleme ve Diksiyon, Remzi Kitabevi

Yutkunduğum Sözcükler

Bir gün -öyle ansızın- bir kahvaltı masasında göz göze geldik ruhunla. Sesini duydum önce, yüzüne bakmadım sen dönünce. Sen beni sordun, oysa yanı başındaydım. O kadar yabancıydı gözlerimiz ruhlarımıza.

Sabaha kadar sohbet ettik sonra. Karanlıkta sadece seslerimiz vardı ve ruhlarımız. Sen konuştukça yıllar önceye, bir başka yüreğe daldım gittim. Çok soru sordun, çok az cevap verdim. Sonra yine geldiğin gibi ansızın çekip gittin. Gidişin, tıpkı gelişin gibi öyle dağladı ki gönlümü satırlarca cümleler döküldü elimden kâğıda.

Gidişinin üzerinden tam altı yıl geçti. Sen hâlâ gittiğin yerde, ben hâlâ beni bıraktığın yerde buluştuk yine. Arkanı dönüp gittiğinde yastığa gömülüp saatlerce ağladığım odada, sana şimdiye kadar yazılmamış fermanların yazıldığı o masada dondum kaldım bir kere daha. Altı yıl nasıl sabretmişim, öyle şaşırdım ki kendime. “Mektubum ulaştı mı sana?” dedim. Bu sorunun cevabını alabilmek için bunca yıl beklemem gerekmişti. “Evet” dedin. Evet dediğinle kaldın; başka konulardan bahse daldın.

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik

İyi ki Varsınız

Canım ailem, sevgili Ayben, dosttan – kardeşten öte Harunum, canım kardeşlerim İlknur ve Fatih, bizim kız Deniz, hakim adayımız Betül Atlı, Çağrı Paçin, Ebruların Sultanı, Gülbahar, Güneş Yeşim, Neşe Altunal, Özlem Bilgi, Salih’im, Saliha Toksoy, Yasemin Hanım ve sınıf arkadaşlarım…

Dün doğum günümde beni unutmayıp aradığınız ve yanımda olduğunuz için teşekkür ediyorum :) Bu yol tek başına yürünmüyor, tek başıma yürütmediğiniz için de teşekkürler…

Yapayalnız bir doğumgünü sabahına gözlerimi açtım, hayatımda ilk defa. Ama akşama doğru Harun‘un sürprizi, akşam Fatih ve İlknur’un doğum günü organizasyonuyla bir kere daha yalnız olmadığımı, ne kadar da zengin olduğumu anladım. 2007’nin 26 Haziran’ı benim için çok önemliydi çünkü içimden bir his bunun Aydın’da ve ailemle geçireceğim son doğum günü olduğunu söylüyordu… Dün, belki de bunun bir provası yaşandı. Neyseki gece annemle kavuştuk yeniden :)

Ayşe Arman’ın Çok Secret Röportajı*

Ben, köşe yazarlarının röportajları yüz yüze yaptığını sanırdım. Sonra birgün bir sanatçının röportajlarının çoğunu telefonlayaptığını öğrendim. Dünkü Hürriyet Pazar ekindeki köşe yazısında okuyucusundan yalvar yakar özür dileyen Ayşe ARMAN sayesinde de bazı röportajların sanal yapıldığı gerçeğiyle yüzleştim. Meğer bizim kız dokuna dokuna, kanlı canlı röportaj yapmıyormuş. Soruları hazırlıyor, e.postayla aracılara yolluyor, aracılar röportaj sorularını muhatabına iletiyor, muhatap kişi soruları cevaplıyor, sonra cevaplar aynı yolla geri gelip, köşe yazarımızın gelen kutusu’nda hazır oluyormuş. Bize de vay be, Ayşe Arman yine yaptı yapacağını; gitmiş Secret’in yazarıyla röportaj yapmış! Ne şanslı kadın… demek düşüyor.

Ayşe Arman, dünkü köşesinde acı itiraflarda bulunuyor aslında, okuyucudan özür dilerken. Secret‘in Türkiye’deki yayınevi O.M‘nın** sahibi B.G**, kendisine Rhonda ile röportaj teklifini sunuyor, Ayşe Arman da hemen kabul edip, soruları hazırlıyor. Yayınevi sahibi, kendisine ulaşan soruları sözde Rhonda’ya yolluyor. Bizim kız bir bakıyor sorular yanıtlanmış, Hürriyet’te patlatıyor Secret Röportajını. Öyle ya, dünyada şu an en çok konuşulan kitap ve yazarıyla röportaj yapılmış, hele ki Türkiye’de bu onur sadece kendisine ait olmuş. Bu gurur, bu sevinç kısa sürüyor çünkü soruları yanıtlayanın Secret’in yazarı Rhonda olmadığı ortaya çıkıyor :) Cevapları kimin verdiği belli değil ama Ayşe Arman yılların gazetecisi, bu işin peşini bırakır mı? Sormuş soruşturmuş bütün her şeyin yalan olduğunu ortaya çıkarmış. Dolandırıldığı için, yalan bir röportaja imza atmak zorunda bırakıldığı için okurlarından özür dilerken, “elle tutulur, gözle görülür röportajlara imza atmadığının da” itirafında bulunmuş oluyor.

Secret’ten bazı alıntıları okudum, kitabı elime alıp karıştırmak da nasip oldu. Anladığım kadarıyla kitap Mesnevi’nin bir kopyası gibi. Okuduğum bölümlerin çok daha iyisi, çok da yararlısı Mesnevi’de hayli hayli var. Zaten hep böyledir, biz kendi kültürümüzün farkında olmayız. Batı gelir, keşfeder zenginliğimizi, allayıp pullayıp bizim olanı bize satar. Mesnevi’ye el sürmeyenler, bugün Secret diye deliriyor. Ne tuhaf bir milletiz!

**O.M yayınevi ve B.G kısaltmaları B.G isimli kişinin açtığı dava sonucu mahkeme kararının 06.01.2022 tarihinde B.G’nin avukatı tarafından bana e-postayla iletilmesi sonucu tarafımdan gizlendi. İlk defa bir blog yazımla ilgili böyle bir mahkeme kararı ve taleple karşılaştım.

Sıra Dışı Bir AB Projesi

Ulusal Ajans, Şubat ve Nisan ’07 AB Proje başvuruları değerlendirme sonuçlarını açıkladı. İçlerinde öyle bir proje var ki, böylesi şimdiye kadar ne duyuldu ne görüldü: The Island – ADA!Proje, bu ayın başında Çok Çeşitliyiz atölye çalışmalarına katıldığım Genç Platform ekibinin son derece yaratıcı fikirlerinden ortaya çıkmış. Bursalı gençler,bir AB Projesi yapalım; kültürümüzü Avrupalı gönüllülere tanıtalım; biz de onların kültürleriyle tanışalım ama bunu en akıl almaz şekilde nasıl yapalım? demişler ve işte Eylem 1.1 kapsamında The Island – ADA Projesini ortaya çıkarmışlar. İtalya, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’den 8’er gönüllünün katılacağı proje, Mudanya’da bir işadamına ait ıssız bir adada tam 11 gün (20-31 Ağustos tarihleri arasında) sürecek. Yaklaşık 15 Bin Avro’luk bir bütçesi bulunan projenin kabul edilmesinin ardından 20 kişilik bir ekip kolları sıvamaya başlamış bile. Tamamen teknolojiden uzak bir şekilde farklı kültürler arasında iletişimin, kültür alışverişinin sağlanmasının amaçlandığı The Island-ADA’da küçük sebze bahçeleri hazırlanıyor. Bunun yanında her ihtimale karşılık beslenme anlamında bir de sponsorları var. Jandarma 24 saat Ada güvenliğini, özel bir sağlık kuruluşu da 11 gün boyunca proje gönüllülerine hem adada hem de ilçe merkezinde sağlık desteği sağlayacak. Gölyazı belediyesi de projeye tam destek veriyor.

The Island – ADA, daha başvurusu kabul edilmeden içeriğiyle öyle ilgi çekti ki İstanbul’dan VTR ajans 11 gün boyunca projenin belgeselini çekmeyi teklif etti. Sürekli atölye çalışmalarıyla Avrupalı gönüllülerin birbirlerini yakından tanımaları, kültürlerini keşfetmeleri sağlanacak, belli günlerde Bursa şehir merkezine geziler düzenlenecek ve Gölyazılı gençlerle 1 günlük bir festival gerçekleştirilecek.

Çok ses getireceğe benzeyen bu sıra dışı AB projesine ben de davetliyim. O tarihlerde yer almayı çok istediğim The Island – ADA’ya herhangi bir aksilik durumunda katılamasam da, 11 gün boyunca projenin en yakın takipçilerinden biri olacağım. Genç Platform’daki arkadaşlarımı böylesine bir projeye imza attıkları için kutluyor, başvuruları kabul edildiği için de tebrik ediyorum :)

hayat’a… e-vren :)

Bütün güzellikler sende

Aşk bendedirdiyor Ümit Oğuzcan.

Yeni bir aşkın yamacındayım. Birilerine göre “yine” bir aşkın yamacındayım. Merak ettiğinde ya da ben sorduğumda cevabım “hayır” oluyor. “Hayır, âşık değilim.” Ben susabildiğim, ağlayabildiğim, mutsuz olabildiğim kadar âşığım. İşte bu yüzden bizim gibiler çok yaşamıyorlar.

Sen “seni seviyorum” deyince bir de “gerçekten çok seviyorum” diye yineleyince “sağ yanağımda gamzem çıkıyor” diyorum. Çünkü ben -kimse kabul etmese de- utanıyorum. {Bu yazıyı Sen’inle başlatıyorum…}

Bir kapri, bir sandalet bir de mahçubiyetimi giyinmeyi seviyorum. Mavi renkte huzur, turuncu‘da kendimi buluyorum :) Saçlarımı jöleyle dağıtmadıkça kendimi iyi hissetmiyorum, bir de patates kızartması yemedikçe doymuyorum. Ne hardal ne ketçap; ben mayoneze bayılıyorum. Bana göre insanoğlunun gıda sektöründeki en güzel icatlarından biri dondurma ve ben kestane şekeri için ölüyorum.

Kabul ediyorum, enerjisi düşük biriyim. İnişleri çıkışları çok fazla yaşıyorum. Güçlüyüm, belki de güçlü görünüyorum ama ben savaşmayı sevmiyorum. Hayatımdakiler için kılıçlarımı kuşanıyorum, tek kendim için yelkenlerimi suya indiriyorum. İki şeyi çok iyi yapıyorum: Hatırlamıyor, anımsamıyorum. Öyle ki bu iki kelimenin eş anlamlı olduğunu bile unutuyorum. Tarkan’ın üstüne “star” tanımıyor, Özgü Namal’a çok gülüyor, Sertap Erener’i en iyi kadın sanatçı kabul ediyorum. Gizli numaralardan gelen çağrılara cevap vermiyor, tanımadığım numaraların çaldırıp kapatmalarına hiçbir zaman geri dönmüyorum. Çaysız yaşayamıyor, Türk kahvesini her sabah mutlaka içiyorum. Hamburger mi Kumru mu diye sorsalar, kesinlikle Pizza diyor; 15 günde bir pizza yemezsem krize giriyorum. Televizyon seyretmiyor, radyomu sahipleniyorum. Bilgisayardan bir şey okumayı sevmiyorum, o yüzden illaki her hafta sonu gazetelere dokunuyorum.

Sessiz geldim, sessiz yürüyorum. Bir düşüp bir kalkıyorum. Babam bana “Evren” derken, “uçsuz bucaksız bir kainat” mı kastetmiş bilmiyorum. Çözemiyorum kendimi, rastgele yaşıyorum. {ve yine Sen’inle bitiriyorum!}

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik