YÜREĞİMDEKİ ACI

{Aralık ’05 MisAfiR KaLeM yazısıdır}

Kapının önünde otururken gördüm onu. Kırmızı yanakları, çekik gözleri, etli elleri, koca kafası ve yanından hiç ayırmadığı futbol topu ile çekingen etrafa bakıyordu.

Bu sabah Saliha Teyzesinin ekmeğini ve Osman amcasının gazetesini almaya gitmemişti. Kahvaltı bile etmemişti. Henüz dokuz yaşındaydı ama yaşadıkları ve yaşatacakları onun iştahını kapatmaya yetiyordu. Başına gelecekleri anlayabiliyordu. İçinde ulaşamadığı, sebebini bilmediği bir yara sürekli kanıyordu sanki. Ve bu kan şeffaflaşarak gözlerinden süzülüyordu. Hayatının değişmeye başladığını artık hiçbirşeyin eskisi gibi olamayacağını idrak etmişti, koca kafalı, çekik gözlü çocuk. Derin bir ah çekti gözlerinden akan kanı silerken. Yavaşça oturduğu merdiven basamağından kalktı.

Evlerinin arkasında bulunan yeşil tepeye doğru yürümeye başladı. Tepeye vardığında her zaman gelip oturduğu büyük kayanın üstüne bugün çok değişik duygularla oturmuştu. Geçen yaz bu kayada babası ile beraber yapıp uçurduğu kırmızı uçurtmayı hatırladı…

Etraf yemyeşildi. Bütün arkadaşları babalarıyla beraber tepedeydiler. O gün babasıyla ilk ve son defa gurur duydu çocuk. Çünkü en büyük ve en yüksekte uçan uçurtma onundu. Ama seneye ne en büyük ne de en yüksekte ki uçurtma onun olacaktı. Babasıyla ise sadece seneye değil bir daha asla gurur duymayacaktı!

İçindeki acı dayanılamayacak boyuttaydı, gözlerinden süzülen kanlar artık görmesine engel olacak kadar çok hale gelmişti… Bir hışımla ayağa kalktı. Daldırdı elini acının olduğu yere, yüreğinin tam ortasına, çekip kopardı acısını ve göğe doğru fırlattı tüm gücüyle.

Sonra annesini düşündü. Arka balkondaki köpeğine ve kulübesine her gün söylenmesini… Her “atacağım artık ben bu köpeği” naralarından sonra gözlerindeki hüzne ve çaresizliğe bakıp, “tamam, tamam kızmadım, atmayacağım!” deyişini hatırladı. Bir defasında köpek yavrusunun balkonun orta yerine yaptığı pisliğin suçunu üzerine alarak annesine “vallaha ben yaptım” bile demişti, çok sevdiğinden ayrılmamak için. Annesinin sabrına ve fedakârlığına hayrandı. Onu en kutsal şey sayıyordu hayatında.

Ertesi gün annesi ve babası mahkeme salonunda birbirlerini suçlayacaklar ve hâkim de boşanmalarına karar verecekti. Bunun farkındaydı. Artık bir ailesi olmayacaktı. Okul zamanı bir yerde tatil zamanı bir yerde olacaktı. Arkadaşlarına özenecek ve belki gözyaşı dökecekti her gece… Böyle olmasına izin vermemeliydi.

Yaşından beklenmeyecek bir karar aldı kendi kendine:”Benim çocuklarım benim yaşadıklarımı yaşamayacak, onlar babalarıyla sadece bir gün değil her gün gurur duyacaklar!!! Ve ben bu yaşayamadığım çocukluğumu onlarla yaşayacağım”…

Sonra ayağa kalktı, kayadan aşağı indi. Yanımdan geçip annesi ve babasıyla geçireceği son gece için eve giderken aniden dönüp gözlerimin içine bakıp ;

– Büyüklüğüm, büyüklüğünü göster ve beni yalancı çıkartma, dedi.

O an sol göğsümde ki ıslak sıcaklığı hissettim… Elimi koyunca üstüne kalbimin parmaklarımın arasından süzülen kanları gördü ve; “Bu kanayan yaram için büyüklüğüm, Bu kanayan yaran için…”

Sen merak etme “çocukluğum” dedim. Merak etme!

Bu gün ellerinle söküp atarken yüreğindeki acını, kopan bir parçası kaldı içimde…

Hala kanıyor ve hala acıyor çocukluğum hala acıyor…

Aralık 2005 MisAfiR KaLeMi Ferit BAYKAL, 1981 doğumlu. İstanbul’da yaşıyor ve özel bir şirkette çalışıyor. bronzer.blogcu.com adresinde e-günlük tutuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir