“Röportaj” zannettiğiniz şey aslında “Söyleşi” olabilir mi?

Ayşe Arman‘ınkiler başta olmak üzere sağda solda okuduğunuz “röportajlar” var ya, aslında hemen hemen hepsi “söyleşi”. “10 soru sor, hemen altına cevapları yerleştir, sonra yayımla” pratikliğindeki söyleşiyi, röportaja dönüştürebilmek edebi yetkinliği, bol kültürü, bol okumayı ve aslında bir anlamda Yaşar Kemal olmayı gerektiriyor. O yüzden “istediğimi istediğim gibi adlandırırım” keyfiliğinden vazgeçip şu “röportaj” yaptığınızı zannettiğiniz görüşmelerinizi “söyleşi”ye dönüştürün. Ya da “röportajın” aslında tam olarak ne olduğunu öğrenin ve yok olmak üzere olan bu hem gazetecilik tekniğini hem de edebiyat türünü hep birlikte canlandıralım. O halde ben bildiğim kadarını aktarmakla kamuoyuna yardımcı olmaya çalışayım.

Cuma iş çıkışı Sirkeci Garındaki dergi fuarında yüzlerce derginin arasında dolaştım. Piyasada bu kadar fazla dergi olduğuna şaşırmaktan çok dergilerin kapağında yazan “bilmem kiminle röportaj”ı açıp baktığımda “söyleşi” ile karşılaşmama şaşırdım. İşin daha da vahimi, çok tanınmış edebi değerdeki dergilerde de aynı karışıklığın varlığı. Üstelik dergi stantlarındaki görevlilerle konuştuğumda – ki çoğu bizzat derginin editör kadrosundan kişiler – söyleşi ile röportajın farklı şeyler olduğunun bilincide değil. Şaka gibi ama maalesef gerçek. Hatta Türk Dili ve Edebiyatı bölümü son sınıftan mezun olmaya hazırlanan bir dergi yetkilisi “Aslında ikisi arasında fark olduğunu biliyorum ama ‘röportaj’ diye yazınca okura daha havalı geliyor.” dedi. “Bu yaptığınız söyleşi türüne giriyor, ‘röportaj’ yerine doğrusu olan ‘söyleşi’yi yazsanız dergi daha mı az satılacak?” diye soruyorum; kafalar karışık olunca mantıklı cevap da gelmiyor tabii.

Söyleşi ile röportaj arasındaki en temel farklar şunlar:

  • Söyleşi soru – cevap şeklinde alt alta yayımlanır. Kendi sorunuzu kendi ağzınızdan, cevabı da söyleşiyi yaptığınız kişinin kendi ağzından kendi cümleleriyle olduğu gibi yayımlarsınız. Röportajda ise cevapları, cevaplayanın ağzından değil kendi cümlelerinizle yoğurarak aktarırsınız. İşte tam bu aşamada iyi bir edebi üsluba, yazım becerisine sahip olmak gerekiyor.
  • Söyleşide kişilerin bir araya gelme zorunluluğu yoktur. Yüz yüze yapılabilen söyleşi telefonla konuşarak, internet üzerinden yazışarak, soruların önden gönderilip cevaplarının yazılı olarak alınması gibi farklı yöntemlerle yapılabilir. Aynı anda aynı mekanda bulunmadan harika bir söyleşiye imza atabilirsiniz. Röportaj içinse kesinlikle tarafların bir araya gelmesi şarttır. Çünkü röportajda sadece soru cevap aktarılmaz, bulunulan mekan tasvir edilir, röportaj yapılan kişinin dış görünümü, ruh hali, beden dili, sorulara verdiği tepkiler gibi hemen her ayrıntı öyküleştirilerek anlatılır.
  • Öyküleştirme demişken röportajın bu özelliğini de hemen yazayım. Röportajda sorular, cevaplar, tarafların röportaj anında bir araya gelmesine kadar ki süreç hatta sonrası hikayeleştirilerek anlatılır. Söyleşide ise sorular ve cevaplar düz bir şekilde verilir.

Röportaj, gerçekten “söyleşiye röportaj denilemeyecek kadar zor” bir edebi tür. Bunu Yaşar Kemal’in şu sözlerinden daha iyi anlayabiliriz: “Röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Aslında röportaj, taşıma anlamına geliyor ya, yanlış, o taşıma olan haberdir, hem de en gerçek anlamıyla. Röportaj bir yaratmadır. (…) Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”

Fransızca ‘reporter’ fiilinden türeyen ‘reportage’ sözcüğünden dilimize geçen  röportaj, TDK Güncel Türkçe Sözlük’te “Konusu bir soruşturma, araştırma olan gazete veya dergi yazısı”; TDK Büyük Türkçe Sözlük’te “Radyo ve televizyon habercisinin araştırma ve soruşturma sonucunda hazırlamış olduğu program, mülakat.” olarak tanımlanmakta. TDK Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü’nde röportaj; “Soru ve cevaba dayalı gazete veya dergi yazısı” ve “Kitle iletişim araçlarında çalışan habercinin araştırma ve soruşturma sonucunda hazırlamış olduğu program, mülâkat” olarak açıklanmakta. Bir ara roportaj.ist projesi için Nüket Özenen hocamdan da bir röportaj tanımı rica etmiştim; o da röportajı “Gazete, dergi gibi yayın araçlarında günübirlik yayımlanan haberlerin içeriğinin yazarın araştırma, gözlem ve anlayışından aldığı yeni biçimle öyküsel bir örüntü içinde detaylandırılması; gerekirse belge ve fotoğraflarla okuru gerçeğe, gerçeğin özüne götürmesidir.” şeklinde tanımlamıştı.

Röportaj nedir sorusunun cevabını daha iyi anlayabilmek için vakti zamanında bunun en iyi örneklerini vermiş Yaşar Kemal’in röportaja dair söylediklerine kulak vermek gerekiyor:

  • “Röportaj, gazeteciliğin başlıca ana kollarından biridir.”
  • “Haber gerçeğin kaba yansıması, röportajsa yaşamın özüne, gerçeğin özüne doğru bir iniştir.”
  • “Röportaj bir edebiyat dalı sayılmak ne, röportaj bal gibi edebiyattır.”
  • “Röportaj bir yaratmadır.”
  • “Röportaj haberin varamadığı yere varandır.”
  • “Röportaj bir edebiyat türüdür, onun için bize insan yaşamını, gerçeğini en güzel veren bir daldır.”

Benim de neslimin görmediği yıllarda gazetelerde röportajlar yayımlanıyordu ancak günümüzde röportajın uzunluğundan, zorluğundan ve okura sıkıcı gelmesinden dolayı gazetelerin röportajlara ayıracak sayfası maalesef ki yok. Belki gerçek anlamda röportaj yapabilecek yetkinlikte kimse olmadığı için de olabilir. Ancak Yaşar Kemal’in 1973 yılında Milliyet Sanat dergisinde kaleme aldığı şu cümleleri tekrar hatırlamakta fayda var:

“Şu günlerde tirajları tepe aşağı giden gazetelerimiz bir çıkar yol arayacaklardır. Onları kurtaracak, onları halkın, okuyucunun gözünde sevimli kılacak, gerçek insan yaşamını, olayların, haberlerin ardındaki gerçeği verecek olan tek yol röportajdır.”

Röportaja dair daha önce yazdığım “Röportaj mı Söyleşi mi? En Güzel Cevap: Yaşar Kemal” başlıklı yazımı okuyarak röportaj – söyleşi karışıklığına artık tamamen kafanızda son verebilirsiniz. Hatta iyi bir röportaj örneği okumak isterseniz sevgili arkadaşım Sibel Koç’un gazetecilik eğitimimiz sırasında verilen röportaj ödevine karşılık yaptığı harika çalışmayı okuyabilirsiniz.

En çok buralardayım: Instagram | Facebook Twitter

11 Comments

  1. Bilmiyordum ve bu konularda fazlasıyla bilgisizim !!! Bu cevabım yeterli sanırım.Çoook teşekkür ederim deve kuşu misali kafamı gömdürdüğünüz için.

  2. Şüphesiz bu teliften muaf olacağın anlamına gelmez. Dünyaca ünlü kaplumbağa terbiyecisi tablosunu da dediğin yöntemle bloguna eklediğini düşün. Ne yani o tablonun telifi ortadan kalkmış mı olacak? Mesele aslında onu farklı yöntemlerle alıp eklemek değil, emeğe saygı konusunda bilinçli olmak. Kaynak göstermiyor, işin asıl sahibine saygı duymuyoruz. Google’da karşımıza çıkan her şeyi kendimizin sanıyoruz ama öyle bir şey yok maalesef. Ayrıca kullandığın yöntem zaten zahmetli. Telefon ekranı küçük olunca gözüne güzel görünebilir ama bilgisayar ekranından baktığında görsellerin kalitesinin yaptığın yöntemden dolayı çok düşük olduğunu görebilirsin. Üşenme kendin üret veya pixabay gibi telifsiz yerlerden görsel al.

  3. Özür dilerim ama birşey sormam lazım.Araştırmama rağmen pek birşey bulamadım.Bir kişiye danıştım ancak her zaman ki gibi şüpheci tavrımı koruyarak, başka birine daha sormaya karar verdim.Ve piyango size vurdu. 😊

    Ben resimleri google vasıtasıyla bulup, indirmeden telefondan görüntüsünü alıyorum.Sonra onu kırpıp, aynı gördüğüm görsel gibi yapıyorum.Ve tercihime göre üzerine efekt uyguluyor veya da metin ekliyorum.

    Burada direkt kopyala yapıştır yapmadığım için link de olmamış oluyor.Bu nedenle de telif hakkı olmaz sanıyordum.😄 Peki sizce benim bu şekilde eklediğim görsellerde de telif hakkı doğar mı ?

  4. Bizde ipin ucunu kaçıranlar illa ki varsa bunu düzeltmeye çalışan bir o kadar kıymetli insan da var, Feyza Hepçilingirler gibi. Ece ablacığım, dil konusunda üzerime düşen sorumluluğu elimden geldiğince göstermeye çalışıyorum. Siz de bu konuda destek olduğunuz, duyarlılık gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. İnternetle ilgili yazım da okuduğum kitabın o kısmını çok önemli bulup paylaşma ihtiyacı duymam sayesinde ortaya çıktı. Hiçbir şeyi gözümüz kapalı “iyidir” diye kabul etmeyip sorgulamasını da bilmeliyiz. Ellerinizden öpüyorum.

  5. Aynı şey olsalardı adlandırılmaları da aynı olurdu. Bizde ipin ucu kaçmış durumda.
    Bloglar olarak bizler şimdilik evcilik oynuyoruz.
    Dün idi sanırım, internetle ilgili yazını aslında herkes okumalı.Notlar aldım ondan. Blog dediğin dolu dolu, yani seninki gibi olur. Sadece kutlarım diyebiliyorum oğlum.

  6. Fikir doğru adlandırma hatalı olmuş Özlem ;) Hepimiz doğru bildiğimizi sandığımız birçok yanlış bilgimizle karşılaşıyoruz. Önemli olan doğrusunu öğrendikten sonra onu kullanmayı becerebilmekte. Eminim iyi röportajlara da imza atacaksındır ;)

  7. Yaşar Kemal’in röportajlarını okumuş olmana ve röportaj hakkında bilgi sahibi olmama çok sevindim Cem. Gazetelerde röportaja yer kalmamış olabilir, blogların sınırsız alanı yeni röportaj örnekleri için kullanılabilir.

  8. Şaşırarak okudum.Bir kaç ay önce ” bloglar arası röportaj ” başlığı altında blogları kaynaştırmak adına bir etkinlik düzenlemiştim.Çok da güzel katılım olmuştu.Şu an bunun söyleşi olduğunu anlayabiliyorum.Ve yeni bir bilgi öğrendiğime de çok sevindim :)

  9. Bende röportaj ile söyleşi arasındaki farkı Yaşar Kemal’den öğrendim. Onun yine çok ünlü bir yazar ile yaptığı röportajı okumuştum. Çok beğenmiştim. Öyle soru sorup cevabını yazmamıştı. Tıpkı bir hikaye gibi anlatmıştı. Şimdi gazeteler ise röportaj görünümlü söyleşiden geçilmiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir