Ahmet Telli‘nin 70. yaşını doldurması vesilesiyle kendisi için düzenlenen saygı gecesindeydim 20 Mart Pazartesi akşamı. İşten çıkıp programın yapılacağı Beşiktaş’taki Akatlar Kültür Merkezine gittim. Etkinliğin başlamasına daha 1 saat vardı ve kahve alıp kafeye oturdum. Ahmet Telli de oradaydı, fotoğraflarının haricinde kendisini ilk defa yakından görüyordum. Zayıf, kısa boylu ve mahcup bir duruşu var. Etrafı kalabalıktı ama ortam son derece sakindi. Fotoğraf makinemi yanıma alsam, müsade isteyerek bir portresini rahatlıkla çekebilirmişim. Bu yüzden kendime biraz kızdım.
Beşiktaş belediyesinin ev sahipliğinde düzenlenen Ahmet Telli’ye Saygı Gecesi başlamadan önce onun çok sevdiği şairlerin başında gelen Melih Cevdet Anday‘ın adını taşıyan salona girip yerimi aldım. Salon başlarda boştu ama program başladığında neredeyse oturacak yer kalmadı. Gece, Telli’nin fotoğrafları ve şiirlerinden dizelerin yer aldığı bir video gösterisiyle başladı. Ardından Mahmut Temizyürek, Telli için yazdığı bir şiirini okudu. Tiyatro sanatçısı Hümay Güldağ da gece boyunca Telli’ye ait şiirleri harika bir şekilde seslendirdi.
Onunla dostluk kuran isimler sırasıyla sahneye çıkıp Telli’yle anılarını anlattılar; onlardan ilki “Telli’yi şair olarak değil onu bir insan olarak” anlatacağını söyleyen Cihan Oğuz’du. Usta şairle tanıştığında 20 yaşında genç bir hayranı olduğunu ve bir gün kendisini Telli’nin açtığı Eylül kitabevinde 125 milyon TL maaşla çalışırken bulduğunu anlattı. “Bana o kadar iyi maaş veriyordu ki dört yıl sonra muhabir olarak girdiğim Anadolu Ajansı’ndan 45 milyon TL maaş alıyordum” dedi. Oğuz, Telli’nin ne kadar alçak gönüllü biri olduğunu “Yanında çalışan biri gözüyle hiçbir zaman bakmadı bana. Beni mahcup edecek kadar mütevazı davranıyordu. O mu patron ben mi patronum diye bazen düşünüyordum.” sözleriyle aktardı. Telli’nin şiirlerini okumanın zor olduğunu çünkü okuduğu gibi yazan yazdığı gibi okuyan ender şairlerden biri olduğunu söyledi. “Diğeri de Ahmet Arif”tir diye ekledi.
Ahmet Telli’nin izniyle “Çocuksun Sen” şiirini besteleyerek İzmir’de uluslararası bir şarkı yarışmasına katılan Yrd. Doç. Dr. İlke Karcıoğlu çıktı sahneye. Şairin şiirini titiz bir şekilde aylarca bestelediği halde yarışmada finale bile kalamadıklarını öğrenince büyük bir üzüntü yaşadığını anlattı. Asıl büyük şoku ise yarışmaya sunduğu bestenin jürinin karşısına çıkmadan kaybolduğunu öğrendiğinde yaşayan Karcıoğlu, ardından o besteyi dinletti salona.
Haydar Ergülen telefonla bağlandı ve “Biz şiir yazmaya başladığımızda Ahmet Telli çoktan usta bir şair olmuştu.” dedi. Telli’nin şiirinin toplumcu olduğu için sadece belli bir kesim tarafından değil her kesim tarafından sevildiğini “Bu sebeple o, ‘birden çok’ şairdir” sözüyle anlattı. “Geleneği yeniden yorumlayan Telli, Türkiye’de toplumcu şiirinin alnını ak çıkarmıştır.” diyerek sözlerini tamamladı.
“40 yıldır dostuz” diyen ses, dostu için İzmir’den kalkıp gelen İsmail Mert Başat’a aitti. “Onu sadece şairliğiyle değil coğrafyasıyla tanıyorum.” dedi gururla. Telli’nin hayranlık duyulacak denli dürüst bir hayat sürdüğünü; sözünü ve kelimelerini hiç satmadadan kibre yenik düşmeden yaşamaya devam ettiğini söyledi.
Ve sonra sahneyi, adına saygı gecesi düzenlenen Ahmet Telli aldı. Gece uzun ama kendisine ayrılan söyleşi kısmı oldukça kısaydı. O kısacık sohbetten not aldığım bazı sözlerini aynen aktarıyorum:
- İnsanın kendini genç hissetmesi yaşadığı yaşadığı toplumun genç olmasına, o gençliğin de özgür olmasına bağlı.
- Aşk bir politik duruştur, çünkü var oluştur, birey olma mücadelesidir.
- Ün, bir şairin celladıdır. Çünkü eğer ün varsa kitleselleşmiş ve herkes tarafından kolayca anlaşılmış bir şiir yazıyorsunuz demektir. Oysa insan kendini keşfetmelidir önce kendini keşfetmek için de şiir büyük bir fırsat, olanaktır. Kendini gerçekleştirme imkanı veren bir olanaktır, sanat pratiğidir şiir. Herkesin parmak izi vardır, hiçbirimizin parmak izi birbirinin aynı değildir. Şiir biraz işte böyle, aynılaşmayan bir sanat pratiğidir.
- Dolma kalemlerim vardır. (cebinden çıkarıp gösteriyor) ben dolmakalemciyim. yeşil, mavi, kahverengi, mor mürekkeplerim var,ince ya da kalın dolmakalemlerim var. Kalemleri seviyorum, mürekkebin yoğunluğunu seviyorum. Biz aşk mektupları yazardık gençliğimizde öğrenciyken; hep bir Pelikan kalemim vardı yeşil mürekkepli onunla yazardım. Hatta kimi arkadaşların adına da aşk mektupları yazardım.
- Kâğıt üzerinde bence hâlâ edebiyatın dolaştığını hissediyorum. Bilgisayardan gazete okumuyorum, gazeteyi her gün aldırıyorum okuyorum. Kitabı kitaptan okuyorum. Bu sebeple biraz modası geçmiş biri olabilirim.
Kendisinden bugüne kadar kitaplarda hiç yayımlanmamış eski veya yeni bir şiirini okuması istenince şiir kitabının yeni yayımlandığını, kitap haricinde yeni bir şiirinin de henüz olmadığını söyleyerek son çıkan kitabından “Ah Kadın” şiirini okudu.
Peygamber Efendimizin de “Şöhret afettir” diye bir Hadisi olduğunu biliyorum Semi; bu anlamda Ahmet Telli haksız da sayılmaz. Şairler, yazarlar, sanatçı ruhu taşıyanlar daha çok kendi iç dünyalarındayaşadıkları için ünlenmek, tanınmak onların kendileriyle daha az baş başa kalmalarına da yol açıyor bence. Bu da üretmelerini olumsuz etkiliyor, daha az duygu yoğunluğunu yaşamaları demek anlamına geliyor bence.
Böyle saygı geceleri bence çok önemli. Beşiktaş Belediyesi`ne de teşekkür etmek lazım.
“Ün, bir şaiirin celladıdır” lafına takıldım biraz. Sanatın her dalı için aslında biraz doğru. Tehlikeli bir duruş; ünlü olmak, çok para kazanmak ve istediğin sanatı gerçekleştirmek. Öte yandan başarıyla yapanlar da var ve bu onları değersiz kılmıyor.
Hımmm..Ne kadar lezzetli her cümle. Teşekkürler Evren:)