En İyi Evren, Henüz Keşfedilmemiş Evren’dir!

evrengunlugu.net © 2014

evrengunlugu.net © 2014

Merhaba ben Evren.

Az sonra okuyacağınız cümleler, uzun bir sürecin sonunda o çok sevdiğim Haziran ayında bu blogda ilk defa yayımlanıyor.

Sadece dünyaya geldiğim ay değil, ruhumun en güzel mevsimi, yüreğimin en çok ısındığı Haziran, aynı zamanda Şems’in Mevlana önünde yıkılıp karşı kıtaya savruluşunun yıl dönümü!

Takvimler, sonbaharın aşk dolu ayını, 2013 Eylül’ünü gösteriyor. Tam da İzmir’in düşman işgalinden kurtuluş günü, 9 Eylül! Belki de hiçbiriniz o güne kadar bana karşı bu denli cesur ve gerçek yaklaşamamıştınız.

Sen zalim bir insansın Evren.

Hırsın, öfkenin; insanın ahlakını değiştirmesine izin vermemenin erdemine inanırım. Kelimelerin gücünü, istenilirse ne kadar zehirli, kıyıcı, mahvedici olduğunu, üstelik bunun en alasını, en acıtanını yapabileceğimi bilen biri olarak hiçbir şey için hiç kimseyi kırıp dökmeye değmeyeceğine bütün kalbimle inanırım.

Ama sen zalim bir insansın Evren.

Kimilerine göre ‘Aşk’ kimilerine göre de bu ‘Dostluk’ niye bitti biliyor musun?

Senin ikili ilişkilerde vazgeçemediğin iktidar tutkusuyla, gücünü sınamak için icat ettiğin oyunlarına geldiğim için değil. Orta sınıf ahlakıyla yetişenlerin çok iyi bildiği o vefa duygusuyla, bana benzemeyeni de sevebilmeyi, anlayabilmeyi değerli addederek, kıştan beridir sürüklediğim bu arkadaşlıkta hep içime sinmeyen, önceleri adını koyamadığım, içten içe hep rahatsızlık veren tuhaf bir sezginin; sonunda, bana rağmen pembe balonu patlatması yüzünden.

Sen en büyük harfler, en iri kelimeler ve büyük kahkahalarla gereğinden fazla sevgiden, iyilikten, dostluktan, sadakatten bahsederken çıkardığın gürültünün bana, hiç durmadan babamın, ‘İnsan en fazla kendinde olmayandan söz eder’ cümlesini hatırlatmasına engel olamadığım için. Sonunda bir reklam filmi hizmetine sunulan o kocaman kahkahayı, bir türlü sahici bir gülüşe benzetemediğim, insanın içine neşe yerine niye korku saldığını bir türlü keşfedemediğim için.

Benim hiç kimseyi kandırmaya kalkışmayacak kadar akıllı ve saygılı biri olduğumu unuttuğun için. Son olarak ‘zalimin meclisinde oturan da zalimdir.’ Zalimin meclisinde oturmak istemediğim için.

Bunları neden yazdığımı daha iyi anlayabilmen için küçük bir hikaye ile tamamlıyorum yazımı:

Bir leylek, kendine yuva yapmak için yer arar. Epey bir bakındıktan sonra pek ünlü bir alimin evinin bacasına yapar yuvasını, hem de bir şeyler öğrenirim diyerek. Bunu gören alim, ‘Vay sen benim bacama nasıl yuva yaparsın’ diyerek, büyük bir hiddetle, taş ve sopayla saldırır leyleğe. Leylek zar zor canını kurtarır ama kaçarken isabet eden taşlarla bir bacağı kırılır. Leylek adalete inanır; mahkemeye verir alimi ve kazanır davayı. Kadı, alimin de bir bacağının kırılmasına karar verir. Leylek itiraz eder hemen; ‘Aman Kadı efendi, lütfen ayağını kırmayın, kavuğunu alın yeter’ der. Kadı sorar ‘Neden?’; Leylek cevap verir: ‘Kavuğunu alın ki başkaları da zalimi alim sanıp kırılmasın.’

Aşk dolu yüreğimin incisi şehrin Eylül’ünde kavuğu elinden alınmış bir alim gibi beş ay süren o yolculuk sadece beni değil hepimizi büyüttü. Kâinat keşfedildikçe büyürken Evren, öğrenildikçe terk edilen küçük bir gezegene dönüştü. 2014’ün Sevgililer gününde önüme serilen bu cümleler ortada ne İzmir bıraktı ne de İstanbul. Hepimiz bu gerçeklerle yüzleştik, hep bir ağızdan ‘Aşk hak getire!’ dedik :

”Kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk, omzunun hizasına!”

Şimdi ardımızda kalan ne? ”Aşk” olmuş olsaydı da yetişemeden kurumuş, solmuş olsaydı… Belki yine rahat eder, huzur bulurdu içimizde bi’ yerler. Fakat hastasının gözlerine bakamadan en mahçup tavrıyla ölümü anan hekim gibi kalbimiz. Başını kaldır da söyle, bak gözlerime: ”Ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle..”

Bilemiyoruz kabahati nerelerde arasak? Bozulan dünyada mı parada mı pulda mı? Yok, değil hiçbirinde. Kabahat yalnızca bizde. Çünkü şairin dediği gibi çoğu şey bedava. Su da hava da… Hatta ”Nasılsın?” diyebilmek de bedava. Hatır sorabilmek, gülmek, sevmek ve ince olan ne varsa bedava. Ama birini kırgın bırakmanın pahası sığmaz hiçbir cüzdana. Onun ederi, onun tamiri, o bambaşka. ‘‘Düşüyor içime dipsiz bir kova / yaşamak ne zor kalbi olana.”

Zor, onca karanlığın ardından güneşi beklemek. Öyle zor ki tam güneş doğarken uykuya yenilmek. Hayata yenilmek sonra, sonra sana. Böyle miydi kalanın kaderi? Hani giden hep Şems’ti? ”Ah unufak olsam ve desem ki / ağzın tat görmesin hayat, kandırdın beni.”

”Acıyan bir şeyim ben / buradan çok uzaklarda / ve koskocaman bir hansın sen, uğraşma bu çocukla!” Vurma bizi hevesimizden bi’ daha. Dediğin gibi “Çünkü bu çok saçma…”

Ne üzüyor biliyor musun? Birinin üzerine yük, sırtına kambur olmak. En acısı aşka mâl olmak. Sığamamak bi’ yere.. Ekstra masraflardan değil, küçük hesaplardan geldik bu hale.. Oysa ne tuhaf, bi’ feribot dumanı bi’ karton süt değerinde.. Ve bi’ kuru simitle doyardık biz, martılar bile.. ”Nasıl da paylaşıyor insan isterse..” Biz ki son yara bandımızı paylaşmıştık seninle.. Elimiz mahkum müracaat ediyoruz şiire.. Ne diyordu şair? “Yara bandı dağıtıyorum / İptal edilen biletler yerine.”

Böyle bir şeyler yazdırmıştı gidişin bundan beş ay önce bana. Beş gün değil beş ay!

Kolay bir hayat yaşamadığını bilmiyor değildim ki. Eğer bir kötü günden bahsetmemiz gerekiyorsa geçtiğimiz beş ayı konuşmak gerekir ki ne yazsam boş. Keşke birazcık müsaade etseydin bana, keşke birazcık açsaydın kendini, seni sevmeme engel olmasaydın keşke. Keşke ‘biz’ olabilseydik. Böyle demiştin bir yazında; Senden bir adım önde ya da arkada olmak değil, seninle yan yana olabilmek mesele. İşte biz bunu yapamadık.. Çok az, azıcık izin versen o küçük evreni kocaman bir sevgiyle doldurmak üzere şahlanmıştım ben. Ama elimi öyle bir anda öyle bir cümleyle bıraktın ki o eylül sabahı yere düşen bir porselen tabak gibi tuz buz oldu kalbim, o sesi işittim.

Seni severken ‘Evren başka bir adam, onun yüreği çok güzel ve bu da bizim en büyük servetimizdir’ diyerek sevdim. İstanbul’un serin bir Mayıs vaktinde bana doğru gülümseyerek gelen o adam bir ömür hep öyle gülebilsin yeterdi. Dedim Evren, bunların hepsini söyleyebildim.. Her ne ise artık sen doğrusunu bilirsin.. Olan oldu, birbirimizde güzel kalalım isterim.

Usulca, “Yaşadığın hayal kırıklıklarını tahmin edebiliyorum. Dikkat et ‘yaşattığım’ demiyorum!” diye not düştüm. İliştirmedim o notu hiçbir yere. Bunca zalim, bu denli gaddar addedilirken içimde yıkılan evrenleri nasıl anlatabilirdim ki? “Koca bir kâinat çöküyor, heyhat!” desem kime inandırabilirdim ki? Belki de bu yüzden tam bir yıl sonra yine bir İstanbul mayısında ‘Geri Dönüş’ün önünde dizlerimin üzerine çöküp teslim olmam gerekiyordu:

Kaç kez düşündüm bilmiyorum, sen mi yanlıştın yoksa ben mi yanlış yapmıştım.
Sonra baktım dedim ki bu dostluk hiç İstanbul’a has değil çıkarsız, naif
Bekli de İstanbul’a fazlaydık sırf bu sebeple
Bir avuç dostum vardı
Bazıları doğuştan mirastı, bazıları sonradan
Şimdi hakikaten bir dosta ihtiyacım var, saatlerce sıkılmadan konuşacağım ama
Özrümü en iyi bildiğim dilden şiirden anla diye yazıyorum.
Eğer sen de düşündüysen bir kere olsun bu hikâye niçin böyle bitti
Devamını birlikte yazmaya ne dersin?

Ah çocuk! Sen miydin uzatıp da tutulmayan ellerimden tutmak için geri dönen? Ben böyle can’a kurban olayım, öpüp koklayayım, sarıp sarmalayayım derken ben mi sana ağabeylik edemedim? Sen mi kardeşlik nedir, beceremedin? Ah dost! Mevlana da Şems karşısına ilk çıktığında ona nasıl dostluk edeceğini bilememişti ya; ben mi sana dostluk edemedim? Ah sevgili! Mecnun, Leyla’sına kavuştuğunda yaşadığı hayal kırıklığını sen bende yaşama istedim; ben mi sana sevgili olamadım? Sonra, sükût edip otururken yerimde bütün o parçaların gün gelip birleşeceğini biliyordum. Yaşadığım doğum sancılarına şahitsen sen de bilirsin; yüreğine dokunamadığım insanın gözleri önünde satır satır ölmek, böyle olsa gerek:

Sana şunu söylemeden edemeyeceğim ve de söyledikten sonra ebediyen başka da hiçbir şey söylemeyeceğim. En başından beri değil ama son zamanlarda aklıma seninle ilgili gelen ilk düşünce ‘çok kaba ve nezaketsiz’ olduğun! Kendimi haksız çıkarmak adına yaptığım bütün girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. İyi bir insan olduğunu hâlâ düşünüyorum, zira fazlasıyla iyi bir insansın. Seni bulduğum yerde bırakmıyorum, aksine daha iyi yerlerde olmanı diliyorum. Ama defalarca arkadaşça yardım etme çabalarıma gösterdiğin kabalıktan ötürü tüm kapılarımı kapatıyorum.

Bedeni ve yüreği Egeli biri nasıl kaba olunur, pek beceremez. Yûnus ile Rûmi’yle yoğrulan bir ruh, Aşk’ı nasıl beceremez, bilinmez. Uzatılan el, sımsıkı kavranmıyor; dost, aşk’la kucaklanmıyorsa beni bulduğunuz yerde bırakın. Belki de ‘en iyi Evren, henüz keşfedilmemiş Evren’dir’. Belki de ‘asıl sevdiğiniz Evren, blogdaki Evren’dir.’

Ve yine o çok sevdiğim Haziran… 1 Haziran 2014

Her bir cümleden kendine pay çıkarabilen insan; sözüm ne sana ne ona ne de bir başkasına. Okuduğun bunca yazı, Evren’in Evren’le yüzleşmesidir. Hakîkati bulmak istiyorsan beni hakîkaten yalnız bırak. Ben sana kendi kitabımdan cümleler okuyup sorular soruyorken sen bana başka bir kitaptan cevaplar sıralıyorsan boşa zaman kaybediyoruz. ‘Aradığın ben değilim’ sözüyle ‘Aradığın bende değil’ sözü arasındaki fark ne büyük bir fark. Dokunduğumda hissettiğim şey, bana baktığında göremediğin şey! Ben bir çocuğun dünyasında ona yeni bir oyun alanı kurarken sen kendi oyuncaklarınla oynayıp beni umursamamayı seçtiysen şimdi hepimiz bu yazıyı baştan sona bir kez daha okuyoruz.

Öyle ki şeytan detaylarda, Evren satır aralarında gizli!

evrengunlugu.net

+ Sosyal Ağlarda Takip Et

15 Comments

  1. Sevgili Evren

    Seni sessizce okuyorum, yıllardır takip ediyorum.

    Senin büyüğünüm, bir nevi oğlum gibi oldun. Bakıyorum herkes için öyle, kimileri için dost, iyi bir öğretmen olmuşsun.

    Unutmamak gerekir ki buraya yazdığın her yazı bütün evrene yayılıyor. Yazının, edebiyatın gücüne inanan bizler için senin noktayı, virgülü kullandığın yerler bile çok önemli oluyor.

    Yazını okurken çok üzüldüm oğul. Ama çok da mutlu oldum. Yine muhteşem bir eser koydun ortaya, yüreğin ne kadar acısa da. Seni okudukça ‘adam’ olan insanlar gördüm diğer yazılarına yorum bırakanlar arasında. Biz de seninle birlikte büyüyoruz, bizi de seninle birlikte büyütüyorsun. Sen de Nazım Hikmet lezzeti var, bilmiyorsun.

    Ellerinden sımsıkı tutulduğu günleri de görürüz inşallah. Sevgiler

  2. Hepimizin hayatları bu kadar benzer ve bir o kadar da farklı olmak zorunda mıydı acaba.Neden yazdıklarını benim yaşadıklarımmış gibi düşünüyorum hissediyorum.Evet evet ben de bunları aynen burada yazdıklarını hissetmiştim demek istiyorum ve neden “Hakîkati bulmak istiyorsan beni hakîkaten yalnız bırak.” diyecek güce sahip hissetmiyorum kendimi :/

  3. sei instagramdan takip ediyordum. bu kadar canlı bir hayatı olan, bu kadar güzel fotoğraflar çeken biri nasıl böyle siyah beyaz yazılar yazabilir, şaşırdım. ben senin etrafın çok kalabalık diye zannediyordum. meğer hepimiz kadar yalnızmışsın. en çok neye şaşırdım biliyormusun ben kadar, en yakın arkadaşım ayşe, bakkalımız ahmet amca, komşumuz necla teyze kadar yalın bize anlattıkların, aktardığın hislerin, yazdıkların. hayatının çektiğin fotoğraflar kadar rengarenk olmasını diliyorum

  4. şimdi hepimiz bu yazıyı baştan sona bir kez daha okuyoruz, bir kez daha okuyoruz, bir kez daha okuyoruz…

  5. şimdi beni hangi kelimen cümlen toparlar bilemedim ama ben çok dağıldım, içim acıdı.:( yüreğinden kalemine dökülenlerin hissettirdiklerini tarif et deseler ben yazacak tek harf bulamam…
    kalemine yüreğine sağlık…

  6. :( içim parca parça oldu… Bir de sinirlendim ki nedense…Bu şiirden nefret edecek raddeye gelmiştim ki yeniden karsima cikti… “Kaba insan, aşktan anlamayan insan” görmemiş o!. Allah gönlüne gore versin. Bazen geçmişi anlamak üzere kapatmak gerekiyor. Allah gönlüne göre versin.

  7. çayım bitsin kalkalım diyorumki twitterdan yeni bir yazı paylaştığını görünce daha kaç bardak çay içtiğimi bilmiyorum. yemin ediyorum on defa okumuşumdur yazını. o kadarki cümlelerin derinliği karşısında etrafımdaki her şey silindi sanki. seni kimler üzüyor kızdırıyorsa hepsi önünde diz çöküp istanbul olsun evren!

  8. Bu yazına kayıtsız kalmak mümkün değildi. Her yazında kendimden hep bir şeyler bulurken bu defa ki çok ağırdı be Evren! Bunu kendine bunu bize yapmaya hakkın var mıydı? Vardı elbet, sonuna kadar! Kendi adıma hakkım helal olsun. Silkeledin, beni kendime getirdin bu güçlü yazıyla

  9. sezen aksu şarkılarının uzun hali gibi. zaten okurken sezen dinliyorum. evreniyyat yazıların için buradayım üstad, gönlüne sağlık!

  10. yemyeşil umutlarımın öfkeli adamı! seninle kavga bile güzel. senin kızmaların bile anlamlı. sen benim için hep evren denilince istanbul denilince aydın denilince akla ilk gelen ilk insansın. aşk ve dostluk senin mayanda var. senin mayanda özdemir asaf var!

  11. Türk blog dünyasında kişisel kategoride tek olduğunu düşünüyorum evren ama bu son yazınla en iyisi olduğuna karar verdim

  12. Çok seviyorum senin yazılarını okumayı; bu yazını da sevdim.Öyle özel cümlelerin var ki.. “Birini kırgın bırakmanın pahası sığmaz hiç bir cüzdana. ” “Uzatılan el, sımsıkı kavranmıyor; dost, aşk’la kucaklanmıyorsa beni bulduğunuz yerde bırakın.” gibi.. Bu yazın beni mest etti.. Nasıl ifadeler bunlar Evren’im yaa.. aldı götürdü beni, neresi olduğunu bilmediğim diyarlara. Dilerim ki, yazıların, fotoğrafların ve blog’un hep bizimle olur. Evrenseverlere selam.. Sen yazmaya, bizler okumaya devam..

  13. satır aralarında senin şifrelerini çözmeye çalışırken açıkçası kendime pay çıkarmaya çalıştım. bu çocuğu bunca üzmek niye, aynı hataya ben de mi düştüm. evet düştüm dostum. senin yokluğun çok büyük bir derinlik. az tahammül etsek sabretsek senin gönlündeki cennet bahçelerinde ne keyifli zamanlar geçirilirdi kimbilir. hakkını helal et

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir