Ekmeğini Taştan Çıkaranlar

{Temmuz ’08 MisAfiR KaLeM Yazısıdır}

Türkiye’de madenci olmak… Yeraltı kaynakları bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden biri olan ülkemizde madencilik sektörü, asla olması gereken seviyede değildir. Rant kavgaları, uluslararası anlaşmalar ve devletin sektöre verdiği(açıkçası vermediği)önem bunun en önemli sebepleridir. Çevreyi koruma fakat aynı anda da yeraltı kaynaklarını gün yüzüne çıkarma arasında sağlam bir denge kurulamaması da başlı başına bir problem teşkil eder.

Üst paragrafta bahsettiklerimiz, herhangi bir ulusal gazetede, ayda ya da haftada bir görebileceğimiz türden haberleri oluşturur. Fakat benim asıl anlatmak istediklerim, herhangi bir görsel ya da yazılı medyada karşılaşamayacaklarımız. Amacım milyon dolarlarını taştan çıkaran patronlardan değil, ekmeğini gerçekten taştan çıkaranlardan bahsetmek.

Yeni aldığımız evimizin mutfak tezgâhı veya yerlere döşetmek için, severek beğenerek aldığımız mermerler, her gün büyük bir keyifle çay içtiğimiz ince belli bardakların hammaddesi kuvars ve daha bunun gibi gündelik yaşantımızın birçok önemli eşyası, yeraltından çıkarılan hammaddeler sayesinde hayatımıza girebilmiştir. Bu hammaddenin doğadan evlerimize getirilmesi ise oldukça zor ve ağır bir süreci kapsamaktadır.

Birçoğumuzun 1 saat bile kalmak istemeyeceği ve hatta korkacağı yerlerde, dağlarda , yer altı tünellerinde saatlerce kalmak hatta orda yaşamak kaderidir maden işçisinin. Kuş uçmaz kervan geçmez dağlar, evidir madencinin. Su ve elektrik gibi çok temel ihtiyaçlar ya hiç yoktur ya da oldukça kısıtlıdır. Zira çalışan bir maden ocağı işletmesinin mümkün olduğu kadar az gideri olmalıdır ki işçilerin ihtiyaç duyacağı ışık, su gibi temel öğeler, patronlar için bir giderdir. Eğer işçiler biraz şanslılar ise ocakta acil durumlar için bir araç kendilerine tahsis edilmiştir. Tabii her kullanımın ve akan her damla akaryakıtın hesabını vermek şartı ile. Ülkemizdeki madencilik sektörünün temeli bu gerçeklere dayanmaktadır.

Teknik elemanlar, mühendisler de şayet saha, şantiye mühendisi iseler, işçilerden pek fazla farkları yoktur. Aynı şartlar onlar için de geçerlidir. Sadece yatacakları yatak biraz daha temiz ve rahattır ayrıca kendilerine ait bir odaları olabilir. Ama hiç bitmeyen sorunlar, ağır çalışma şartları, oldukça yorucu olan arazi etütleri bu ekstra olanakları hiç fark ettirmeyecek kadar yorar mühendisleri.

Bu bahsettiğim oldukça ağır şartlarda çalışan mühendislik dalları (jeoloji, maden), ülkemizde çok rağbet görmeyen, şimdiki neslin diliyle “trend olmayan” olarak lanse edilirler. Bu “Türkiye’de maden/jeoloji mühendisi olmak” başlığı altında ayrıca irdelenebilecek bir konu olmasına rağmen biraz burada da bahsetmek isterim. Ülkemizde uygulanan çarpık eğitim sistemi nedeni ile öğrencilerin yanlış yönlendirilmesi söz konusudur. Kişinin/öğrencinin fiziksel ve zihinsel kapasitesine uygun bir mesleğe yönlendirilmesinden çok, dershanenin reklâmını yapabilecek bir branşa yönlendirilmesi, en büyük yanlıştır. Sadece doktorlar ve genetik mühendislerinden oluşan bir toplum herhalde çok sağlıklı bir gelişme gösteremeyecektir. Herkesin başarılı olabileceği bir meslekte faaliyet göstermesi, ulusun büyümesi ve gelişmesi adına atılacak en önemli adımdır. Ülkemizin bulunduğu sosyal ve ekonomik şartlar gençlerimizi, bizleri, maalesef iş bulma ve para kazanma stresi altında bırakıyor. Maalesef ideallerimiz artık sadece basit birer hayal bazen de içimizde bir ukde olarak kalıyor. Bir üniversite bünyesinde akademik çalışma yapmak, akademisyen olmak artık idealler ile ilgili değil, tamamen iş bulup para kazanmakla bağlantılı. Akademisyenlik çok çalışarak ulaşılabilen saygın bir konum olmaktan ziyade, kapak atılan bir seviyeye düştü. Bu bağlamda birçok FEF öğrencisi gibi, jeoloji öğrencileri de “Okulda kalmayı düşünürsün herhalde?” gibi bir soruyla muhatap olmaktadır. Doğru yönlendirmelerden yoksun bir biçimde jeoloji mühendisliği bölümüne kaydolup okumaya başlayan öğrencilerin birçoğu, ağır çalışma şartları ve kısıtlı iş imkânları nedeniyle genelde okula kapağı atmak isterler. Okulda kalmayı başaramayan öğrenciler ise meslekleri ile hiçbir bağlantısı olmayan işlerde çalışarak ekonomik olarak ayakta kalmak için didinirler.

Bir insanın 4 yıl emek verdiği mesleğini yapamaması çok acıdır. Gerek kişinin kendisi gerekse de toplum açısından da kanayan bir yaradır. Tencere tava satan jeoloji mühendisi, garsonluk yapan fizikçi ve bunun gibi çoğaltabileceğimiz örnekler, “Bu işte bir yanlışlık var” dedirtiyor insana. Okulda kalmayı başaranlar ise, çoğunlukla büyük bir şevkle ve heyecanla bu yola girmedikleri için, zorunluluklar onları bu yola ittiği için, ilerideki öğrencilerine mesleklerini sevdiremeyecekler ve iyice çarpık bir düzen oluşmaya başlayacak, endişesini sık sık yaşar oldum.

Bu konuda yapılabilecek çok şey var ki yazmak bunların arasında en sonuncusu galiba, ben kendi adıma mesleğim hakkında genç arkadaşlara bilgiler verip onları bilgilendirmeye çalışıyorum. Tabii burada “Yeni açılan bir derneğe veya bir oluşuma yandaş bulma mantığından” ziyade, “en azından yapamayacaklarına karar verirlerse yanlış bir seçimde bulunmazlar ve işsiz mühendis kervanına katılmazlar” diye düşünüyorum. Bu konuda en büyük görev şüphesiz ki eğitimcilerindir. Umuyorum ki bu çarpık gelişmenin önüne onlar geçecektirler.


e-vren günlüğü’nün Temmuz 2008 MisAfiR KaLeMi Hasan Şarlak, 1986 Muğla doğumlu ve orada yaşıyor. Süleyman Demirel Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği son sınıf öğrencisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir